BEDİÜZZAMAN’IN (r.aleyh) ONTOLOJİSİNİN KAVRAMLARI
ZAMAN VE HAREKET KAVRAMLARI
Bediüzzaman
( r.aleyh) ontolojisinin önemli kavramlarından ikisi de zaman ve hareket
kavramlarıdır.
Hareketin
varlığı, hareketin sebebi, hareketin yönü önemlidir. Zaman ise adeta hareketin
ölçüsüdür.
Bediüzzaman’a
göre hareket vardır. Evren sürekli hareket halindedir. Hareketin iki sebebi
vardır. Sebeplerin birisi dâhili, diğeri haricidir.
“
Mütenasip eşya arasında meyil ve cezbe vardır. Yani, birbirine temayül ederler
ve yekdiğerini celp ederler, aralarına ittihat olur. Fakat birbirine zıt olan
eşyanın aralarında nefret vardır, çekememezlik olur.”[1]
Ağacın
büyüme hareketinde, ağaçta bulunan istikmal meyli, hareketin dâhili sebebi,
yağmur, toprak, oksijen ise harici sebebidir. Bu meyil kainatta ve kainatta
bulunan tüm varlıklarda bulunmaktadır.
“
Şecere-i âlemde, meylü’l- istikmal vardır. Yani kâinatın, bir ağaç gibi, bütün
zerratı ve eczası kemale meyleder ve kemale doğru yürümektedirler. O umumi
meylü’l- istikmalden ayrı olarak, insanda da meylü’t-terakki vardır.”[2]
Kâinatın
ve kâinattaki her varlığın, Allah’ın (c.c.) emrine itaati de bu meyle dayanır.
“
Şu temsil- i itaat sırrının hakikati şudur ki: Kâinatta bittecrübe, her şeyin
bir nokta-i kemali vardır. O şeyin, o noktaya bir meyli vardır. Muzaaf meyil,
ihtiyaç olur. Muzaaf ihtiyaç, iştiyak olur. Muzaaf iştiyak, inzicab olur. Ve
inzibap işitiyak, ihtiyaç, meyil, cenab-ı Hakkın evamir-i tekviniyesinini
mahiyet-i eşya tarafından birer habbe ve nüve-i imtisalidirler. Mümkinat
mahiyetlerinin mutlak kemali, mutlak vücuttur. Hususi kemali, istidadlarını
kuvveden fiile çıkaran, ona mahsus bir vücuttur.
İşte,
bütün kâinatın kün emrine itaati, bir tek nefer hükmünde olan bir zerrenin
itaati gibidir. İrade-i ezeliyeden gelen kün emr-i ezelisine mümkinatın itaati
ve imtisalinde yine iradenin tecellisi olan meyil ve ihtiyaç ve şevk ve
inzicap, birden, beraber mündemiçtir. “[3]
Canlı
– cansız her varlığın hareketi bu nedenle bir cezbeye, şevke, aşka dayanır.
“
Zira her şeyin bir nokta-i kemali ve o noktaya bir meyli var. Muzaaf meyil
ihtiyaç, muzaaf ihtiyaç aşk, muzaaf aşk incizaptır. Mahiyat-ı mümkinatın mutlak
kemali, mutlak vücuttur. Hususi kemali, istidadını bilfiile çıkaran has
vücuttur. Bütün kâinatın kün emrine itaati, bir zerre neferin itaati gibidir.
Kün emr-i ezelisine mümkinin itaat ve imtisalında, meyl ve ihtiyaç ve şevk ve
incizap mümteziç ve mündemiçtir.”[4]
Gerçek
hareket ve büyüme dâhili sebebin hareketiyle gerçekleşir. Dâhili sebep
olmaksızın gerçekleşen dış müdahale büyümeye değil, bozulmaya sebep olur.
“
Nasıl ki, bir cisimde, neşvünema için tevessü meyli bulunur. O meyl-i tevessüü
ise – çünkü dâhildendir- vücut ve cisim için tekemmüldür. Fakat eğer hariçte
tevsi için bir meyil ise, o vücudun cildini yırtmaktır, tahrip etmektir, tevsi
değildir.”[5]
Dâhili
ve harici sebebin içtiması ile hareket, büyüme ve değişme gerçekleşir. Değişim
eşyanın önce hakikatini, sonra mahiyetini, daha sonra da suretini değiştirir.
Toprağın elmas olması gibi. İlerde insan nefsinin de mertebe mertebe değişip
tekâmül ettiğini göreceğiz.
“
Elhasıl: Madem Sani-i Hakim her şey için o şeye münasip bir nokta-i kemal ve
ona layık bir mertebe-i feyz-i vücut tayin edip ve o şeye, o nokta-i kemale
sa’y edip gitmek için bir istidat vererek sevk ediyor. Ve bütün nebatat ve
hayvanatta şu kanun-u rububiyet cari olmakla beraber, cemadatta dahi caridir
ki, adi toprağa, elmas derecesine ve cevahir-i âliye mertebesine bir terakkiyat
veriyor.”[6]
Hem
dâhili hem de harici hareket aşka, şevke, muhabbete dayanır ve zevk ve lezzet
verir. Hareket eden her varlık, hareketinden kendince lezzet alır.
“
Nasıl ki mahlûkatta faaliyet ve hareket bir iştah, bir iştiyak, bir lezzetten,
bir muhabbetten ileri geliyor. Hatta denebilir ki, her bir faaliyette bir
lezzet nevi vardır; belki her bir faaliyet bir çeşit lezzettir. Ve lezzet dahi
bir kemale müteveccihtir; belki bir çeşit kemaldir.”[7]
Canlı
varlıklar gibi cansız varlıklarda hareketlerinden lezzet alırlar.
“
Bil ki, Cenab-ı Hak kemal-i kereminden, hizmetin mükâfatını hizmet içinde derc
etmiştir. Amelin ücretini nefs-i amel içine koymuştur. İşte bu sır içindir ki,
mevcudat hatta bir nokta-i nazarda camidat dahi, evamir-i tekviniye tabir
edilen hususi vazifelerinde, kemal-i şevkle ve bir çeşit lezzetle evamir-i
Rabbaniyeyi imtisal ederler.”[8]
Hareketin
birçok sebebi vardır. Dünyada, Allah, (c.c.)
hareket sayesinde kâinatı ve varlıkları yaratır. Kâinat adeta ayet-ı
tekviniyeleri içeren bir kitap haline gelir.
“Nihayetsiz,
tecelliyet-ı esma-ı İlahiyenin nakışlarını göstermekle, o esmanın cilvelerini
ifade için, mahdut bir zeminde hadsiz nukuş göstermek, küçük bir sayfada
nihayetsiz manileri ifade edecek olan hadsiz ayatları yazmak için, nakkaş-ı
Ezeli, zerratı kemal-i hikmetle tahrik edip kemal-i intizamla tavzif etmiştir.”[9]
Hareketin
bir sebebi de ahrete yöneliktir.
“
Tahavvülat- zerratın ve zihayat cisimlerde zerrat harekâtının binler
hikmetlerinden bir hikmeti dahi zerreleri nurlandırmaktır ve âlem-i uhreviye
binasına layık zerreler olmak için ve manidar olmaktır. Güya cism-i hayvani ve
insani, hatta nebati, terbiye dersini almak için gelenlere bir misafirhane, bir
kışla, bir mektep hükmündedir ki, camid zerreler ona girerler, nurlanırlar.
Adeta bir talim ve talimata mazhar olurlar, letafet peyda ederler. Birer
vazifeyi görmekle, âlem-i bekaya ve bütün eczasıyla hayatdar olan dar-ı ahrete
zerrat olmak için liyakat kesb ederler.”[10]
“
Şu dünyadaki tavvülat-ı zerrat dahi, gayet âli hikmetler için kaderin çizdiği
hudut üzerine kudretin verdiği evamir-i tekviniyeye göre hassas bir mizanı ilmi
ile cevelan ediyorlar. Adeta başka, yüksek bir âleme gitmeye hazırlanıyorlar.
Öyleyse, zihayat cisimler, o seyyah zerrelere güya birer merkep, birer kışla,
birer misafirhane hükmündedir.”[11]
Varlıklar
zaman ipine asılarak, büyük bir sel, ırmak oluşturarak sürekli akar.
Varlıkların düzenli akışı zamanla sağlanır.
“
Evet, ırmağın yüzündeki kabarcıkların parlayıp gitmesinden sonra arkadan
gelenlerin gidenler gibi parlamaları, daimi bir şemsin şualarının aynaları
olduklarını gösterdikleri gibi, seyyal zaman ırmağında, seyyar mevcudatın
üstünde parlayan lemeat-ı cemaliye dahi, bir cemal-i sermediye işaret ederler ve
onun bir nevi emareleridirler.
Hem kâinat kalbindeki ciddi aşk, bir
maşuk-u layezeliyi gösterir. Evet, ağacın mahiyetinde olmayan bir şey, esaslı
bir surette meyvesinde bulunmadığı delaletiyle, şecere-i kâinatın hassas
meyvesi olan nev-i insandaki ciddi aşk-ı lahuti gösterir ki, bütün kâinatta –
fakat başka şekillerde- hakiki aşk ve muhabbet bulunuyor. Öyleyse, kalb-i
kâinattaki şu hakiki muhabbet ve aşk, bir Mahbub-u Ezeliyi gösterir.
Hem
kâinatın sinesinde çok suretlerde tezahür eden incizaplar, cezbeler, cazibeler,
ezeli bir hakikat-ı cazibedarın cezbiyle olduğunu hüşyar kalblere gösterir.”[12]
“
Ve hakeza her şeyi buna kıyas et ki, güneşlerin deveranından ve seyir ve
seyahatlerinden tut, ta zerrelerin Mevlevi gibi devretmelerine ve dönmelerine
ve ihtizazlarına kadar kâinattaki bütün say ve hareket, kanun-u kader-i İlahi
üzerine cereyan ediyor ve dest-i kudret-i İlahiden sudur eden ve irade ve emir
ve ilmi tazammun eden emr-i tekvini ile sudur eder.”[13]
“
Şu âlem içinde, her asırda birer yeni ve muntazam dünyayı halk eden; hatta her
senede birer yeni, seyyar, seyyar, muntazam kâinatı icad eden; hatta her günde
birer yeni, muntazam âlem yapan; daima şu semavat ve arz yüzünde ve birbiri
arkasında geçici dünyaları, kâinatları kemal-i hikmetle halk eden, değiştiren
ve asırlar, seneler, belki günler adedince muntazam âlemleri zaman ipine asan
ve onunla azamet-i kudretini gösteren…”[14]
“
İşte, İmam-ı Mübinin imlasıyla, yani kaderin hükmüyle ve düsturuyla, kudret-i
İlahiye, icad-ı eşyada her biri birer ayet olan silsile-i mevcudatı, lehv-i
mahv , İsbat denilen zamanın sahife-i misaliyesinde yazıyor, icad ediyor,
zerratı tahrik ediyor. Demek, harekât-ı zerrat, o kitabetten, o istinsahtan,
mevcudat âlem-i gaybdan âlem-i şahadete ve ilimden kudrete geçmelerinde olan bir
ihtizazdır, bir harekâttır.
Amma
Lehv-i Mahv, isbat ise, sabit ve daim olan Lehv-i mahfuz-u Azam’ın daire-i
mümkinatta, yani mevt ve hayatta, vücut ve fenaya daima mazhar olan eşyada
mütebeddil bir defteri ve yazar bozar bir tahtasıdır ki, hakikat-i zaman odur.
Evet, her şeyin bir hakikati olduğu gibi, zaman dediğimiz, kâinatta cereyan
eden bir nehr-i azimin hakikati dahi, Lehv-i Mahv, İsbat’taki kitabet-i
kudretin sayfası ve mürekkebi hükmündedir. La ya’lamu’l-gaybe illallah. “[15]
“ Şu
birbiri arkasına gelen ve zaman ipine takılan seyyar âlemleri…”[16]
“
Emr-i tekvinisi kudret ve iradeyi tazammun ettiğini ve bütün eşya, evamirine
gayet musahhar ve munkad olduklarını ve mübaşeretsiz, mualecesiz halk ettiği
için …”[17]
“
Tahavvülat-ı zerrat, nakkaş-ı Ezelinin kalem-i kudreti, kitab-ı kâinatta
yazdığı ayat-ı tekviniyenin hengâmındaki ihtizazatı ve cevelanıdır.” [18]
“ Evet, biz gözümüzle görüyoruz ki, bu
kâinatta binler değil, belki milyonlar âlemler, küçük kâinatlar, ekseri birbiri
içinde, her birinin idaresi ve tedbirinin şeraiti ayrı ayrı olduğu halde, öyle
bir mükemmel terbiye, tedbir, idare ediliyor ki, bütün kâinat bir sayfa gibi
her an nazarında ve bütün âlemler birer satır gibi kalem-i kudret ve kaderiyle
yazılır, tazelenir, değişir. Bir nihayetsiz rububiyet içinde nihayetsiz bir
ilim ve hikmet ve ihatalı hadsiz bir rahmet ve dikkatle bu milyonlar âlemleri
ve seyyal kâinatları idare eden bir Rabbu’l- Âleminin vücub-u vücuduna ve
vahdetine külli ve cüzi şahadetler, zerreler ve zerrelerden terekküp eden mevcutlar
adedince hadsiz, nihayetsiz şahadetler her an ve zaman geliyorlar.”[19]
“
Kainattaki kudretin faaliyeti ve seyir ve seyelan- eşya o kadar manidardır ki,
o faaliyetle Sani-i Hakim enva-ı kainatı konuşturuyor. Güya göklerin ve zeminin
müteharrik mevcutları ve hareketleri, onların o konuşmalarındaki kelimelerdir
ve taharrük ise, bir tekellümdür. Demek, faaliyetten gelen hareket ve zeval,
kâinatın envaının sessizce bir konuşması ve konuşturmasıdır.”[20]
“
İşte, bu mezkûr sırlar gibi daha bilmediğimiz çok ince, âli hikmetler için,
âlemi bu surette irade ettiğinden, şu âlemin tagyyür ve tahavvülünü dahi o
hikmetler için irade etti. Tahavvül ve tagayyür için zıtları birbirine hikmetle
karıştırdı ve karşı karşıya getirdi. Zararları menfaatlere mecz ederek, şerleri
hayırlara idhal ederek, çirkinlikleri güzelliklere cem ederek, hamur gibi
yoğurarak, şu kâinatı tebeddül ve tagayyür kanununa ve tahavvül ve tekâmül
düsturuna tabi kıldı.
Vakta
ki, meclis-i imtihan kapandı. Tecrübe vakti bitti. Esma-ı Hüsna hükmünü icra etti.
Kalem-i kader, mektubatını tamamıyla yazdı. Kudret nukuş-u sanatını tekmil
etti. Mevcudat, vazaifini ifa etti. Mahlûkat, hizmetlerini bitirdi. Her şey
manasını ifade etti. Dünya, ahret fidanlarını yetiştirdi. Zemin, Sani-i Kadirin
bütün mu’cizat-ı kudretini, umum havarık-ı sanatını teşhir edip gösterdi. Şu
âlem-i fena, sermedi manzaraları teşkil eden levhaları zaman şeridine taktı. O
sani-i Zülcelalin hikmet-i semediyesi ve inayet-i ezeliyesi, o imtihan
neticelerini ve tecrübenin neticelerini, o Esma-ı Hüsnanın tecellilerinin
hakikatlerini, o kalem-i kader mektubatının hakaikini, o numune misal nukuş-u
sanatının asılarını, o vazaif-i mevcudatın faydalarını, gayelerini, o hidemat-ı
mahlûkatın ücretlerini ve o kelimat-ı kitab-ı kâinatın ifade ettikleri manaların
hakikatlerini ve istidat çekirdeklerinin sünbülenmesini ve bir mahkem-i Kübra
açmasını ve dünyadan alınmış misali o manzaraların göstermesini ve esbab-ı
zahiriyenin perdesinin yırtmasını ve her şey doğrudan doğruya Halık-ı
Zülcelaline teslim etmesi gibi, hakiakatleri iktiza etti. Ve o mezkûr
hakikatler iktiza ettiği için, kainatı dağdağa-i tagayyür ve fenadan, tahavvül
ve zevalden kurtarmak, ebedileştirmek için, o zıtların tasfiyesini istedi ve
tagayyürün esbabını ve ihtilafatın maddelerini tefrik etmek istedi. Elbette
kıyameti koparacak ve o neticeler için tasfiye edecek.
Hakim-i
Ezeli, şu iki hanenin sekenelerinei kudret-i kamilesiyle ebedi ve sabit bir
vücut verir ki, hiç inhilal ve tagayyüre ve ihtiyarlığa ve inkıraza maruz
kalmazlar. Çünkü inkıraza sebebiyet veren tagayyürün esbabı bulunmaz.”[21]
“
Şu kâinata dikkat edilse görülüyor ki, içinde iki unsur var ki her tarafa
uzanmış kök atmış. Hayır- şer, güzel- çirkin, nef’- zarar, kemal- noksan, ziya-
zulmet, hidayet- dalalet, nur- nar, iman- küfür, taat- isyan, havf- muhabbet
gibi asarlarıyla, meyveleriyle, şu kâinatta ezdad birbiriyle çarpışıyor, daima
tagayyür ve tebeddülata mazhar oluyor. Başka bir âlemin mahsulâtının tezgâhı
hükmünde çarkları dönüyor. Elbette, o iki unsurun birbirine zıt olan dalları ve
neticeleri ebede gidecek, temerküz edip birbirinden ayrılacak, o vakit cennet-
cehennem suretinde tezahür edecektir.
Madem
âlem-i beka, şu âlem-i fenadan yapılacaktır. Elbette, anasır-ı esasiyesi bekaya
ebede gidecektir. Evet, cennet- cehennem, şecere-i hilkatten ebed tarafına
uzanıp eğrilerek giden dalının iki meyvesidir ve şu silsile-i kâinatın iki
neticesidir ve şu seyl-i şuunatın iki mahzenidir ve ebede karşı cereyan eden ve
dalgalanan mevcudatın iki havuzudur ve lütuf ve kahrın iki tecelliğahıdır ki,
dest-i kudret bir hareket-i şedide ile kâinatı çalkaladığı vakit, o iki havuz
münasip maddelerle dolacaktır.”[22]
[1] Bediüüzaman Said Nursi,
Risale-i Nur Külliyatı, İ.İ’caz, Nesil Yay. İst.1966, II. C. sf. 1225.
[2] Bediüüzaman Said Nursi,
Risale-i Nur Külliyatı, İ.İ’caz, Nesil Yay. İst.1966, II. C. sf. 1230.
[3] Bediüüzaman Said Nursi,
Risale-i Nur Külliyatı, Sözler, Nesil Yay. İst.1966, I. C. sf. 237.
[4]
Bediüüzaman Said Nursi,
Risale-i Nur Külliyatı, Sunuhat, Nesil Yay. İst.1966, II. C. sf. 2044.
[5] Bediüüzaman Said Nursi,
Risale-i Nur Külliyatı, Sözler, Nesil Yay. İst.1966, I. C. sf. 213.
[6] Bediüüzaman Said Nursi,
Risale-i Nur Külliyatı, Sözler, Nesil Yay. İst.1966, I. C. sf. 251.
[7] Bediüüzaman Said Nursi,
Risale-i Nur Külliyatı, Mektubat, Nesil Yay. İst.1966, I. C. sf. 461.
[8] Bediüüzaman Said Nursi,
Risale-i Nur Külliyatı, Lem’alar, Nesil Yay. İst.1966, I. C. sf. 647.
[9] Bediüüzaman Said Nursi,
Risale-i Nur Külliyatı, Sözler, Nesil Yay. İst.1966, I. C. sf. 249.
[10] Bediüüzaman Said Nursi,
Risale-i Nur Külliyatı, Sözler, Nesil Yay. İst.1966, I. C. sf. 250.
[11] Bediüüzaman Said Nursi,
Risale-i Nur Külliyatı, Sözler, Nesil Yay. İst.1966, I. C. sf. 252.
[12] Bediüüzaman Said Nursi,
Risale-i Nur Külliyatı, Sözler, Nesil Yay. İst.1966, I. C. sf. 312.
[14] Bediüüzaman Said Nursi,
Risale-i Nur Külliyatı, Sözler, Nesil Yay. İst.1966, I. C. sf. 236.
[15] Bediüüzaman Said Nursi,
Risale-i Nur Külliyatı, Sözler, Nesil Yay. İst.1966, I. C. sf. 247.
[16] Bediüüzaman Said Nursi,
Risale-i Nur Külliyatı, Sözler, Nesil Yay. İst.1966, C I. Sf74
[17] Bediüüzaman Said Nursi,
Risale-i Nur Külliyatı, Sözler, Nesil Yay. İst.1966, C I. Sf74
[19]
Bediüüzaman Said Nursi,
Risale-i Nur Külliyatı, Şualar, Nesil Yay. İstanbul 1966, I. C. sf. 1121.
[20] Bediüüzaman Said Nursi,
Risale-i Nur Külliyatı, Mektubat, Nesil Yay. İst.1966, I. C. sf. 461.
[21] Bediüüzaman Said Nursi,
Risale-i Nur Külliyatı, Sözler, Nesil Yay. İst.1966, I. C. sf. 239.
[22]
Bediüüzaman Said Nursi,
Risale-i Nur Külliyatı, Sözler, Nesil Yay. İst.1966, I. C. sf. 239.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder