BEDİÜZZAMAN’IN (r.aleyh) ONTOLOJİSİNİN KAVRAMLARI
TECELLİ – TEMESSÜL
Tecelli her
varlığın gönül aynasında yansıyan İlahi yansımadır. Tecelli her varlığın aynası
nisbetindedir.
“İ'lem Eyyühel-Aziz! Şu âlemi ziyalandıran şemsin, bir sineğin gözüne tecelli
ile girip ışıklandırması mümkündür. Ve ateşten bir kıvılcımın gözüne girip
tenvir etmesi imkân haricidir. Çünki gözü patlatır. Kezalik bir zerre, Şems-i
Ezelî'nin tecellisine mazhar olur. Fakat Müessir-i Hakikî'ye zarf olamaz...”[1]
“Meselâ şeffaf parlak bir zerrecik, bizzât kendi başıyla kalsa
bir kibrit başı kadar bir nur içinde yerleşmez ve ona masdar olamaz. Kendi cirmi
kadar ve mahiyeti mikdarınca
bil'asale cüz'î zerre gibi bir nuru olabilir. Fakat o zerrecik, Güneş'e intisab edip ona karşı gözünü açıp baksa; o vakit o koca Güneş'i ziyasıyla, elvan-ı seb'asıyla, hararetiyle hattâ mesafesiyle içine alabilir ve bir nevi tecelli-i a'zamına mazhar olur. Demek o zerre kendi
kendine kalsa, bir zerre kadar ancak iş
görebilir. Eğer Güneş'e memur ve mensub ve mir'at sayılsa; Güneş gibi,
Güneş'in icraatındaki bir kısım cüz'î nümunelerini
gösterebilir… Şu intisabı onu tecelliye mazhar eder. Bu mazhariyet ve intisabla, nihayetsiz bir ilim ve kudrete istinad eder. ”[3]
“Maahaza hüceyreden tut, âleme kadar her bir şeyin bir nevi vahdeti vardır. Öyle
ise, Sâni' de vâhid olacaktır. Çünki vâhid ancak vâhidden sudûr eder. Ve keza bir habbe şemsi ziyasıyla, rengiyle (tecelli suretiyle) içine alabilir. Fakat masdariyet itibariyle, bir habbe, iki habbeyi içine alıp onlara masdar olamaz.
Binaenaleyh ilm-i muhit-i ezelîde temessül
eden imkânî vücudlar, vücud-u vücubînin tecelliyat-ı nuriyelerine âyine ve ma'kestirler. Öyle ise
ilm-i ezelî, imkânî vücudlara âyine olduğu gibi, imkânî vücudlar da vücud-u
vücubîye âyinedir. “[4]
“İ'lem Eyyühel-Aziz! Göz, lâmba, şems gibi nur ve nuranî şeylerde cüz'î küllî, cüz
küll, bir bin müsavidir. Evet şemse bak! Onun timsalleriyle seyyarat, denizler ve havuzlar, katre,
kabarcıklar gibi bütün şeffaf şeyler,
kemal-i sühuletle temessül ediyorlar.”[5]
“İ'lem Eyyühel-Aziz! Bir katre su, bir deniz suyu ile müttehiddir. Çünki ikisi de sudur. Nehir suyu ile de müttehiddir. Çünki ikisinin
de menşe'leri semadır. Ve keza bir küçük balık balina balığı ile müttehiddir. Çünki
ünvanları birdir. Kezalik esma-i
İlahiyeden bir hüceyreye veya bir mikroba tecelli eden isim, kâinatı ihata eden isim ile müttehiddir. Çünki
müsemmaları birdir. Meselâ: Bütün kâinata taalluk ve tecelli eden Alîm ismiyle bir zerreye taalluk eden Hâlık ismi, müsemmada müttehiddirler. Hurma ağacına taalluk eden Musavvir ismiyle de, semeresine taalluk ve tecelli eden Münşi ismi, müsemmada müttehiddirler. Zâten en büyük şeye tecelli eden isim ile en küçük bir şeye tecelli etmemesi muhaldir.”[6]
“İşte, sen ey dünyayı unutmayan ve maddiyata tevaggul eden ve nefsi kesafet peyda eden
arkadaş! Sen "Zühre" ol.
Nasılki o "Zühre" çiçeği, ziya-yı Şems'ten inhilal etmiş bir renk
alıyor. Ve o bir renk içinde Şems'in
timsalini karıştırıp kendine zînetli bir suret giydiriyor. Zira senin istidadın dahi ona
benzer. Hem şu esbaba dalmış Eski Said gibi mektebli feylesof ise, Kamer'e âşık
olan "Katre" olsun ki; Kamer, Güneş'ten aldığı ziya zıllini ona verir ve onun gözbebeğine bir nur verir. O da o nur ile parlar.
Fakat o "Katre" o nur ile yalnız Kamer'i görür. Güneş'i göremez,
belki imanıyla görebilir. Hem şu herşeyi doğrudan doğruya Cenab-ı Hak'tan
bilir, esbabı bir perde telakki eder fakir adam, o da "Reşha" olsun.
Öyle bir "Reşha" ki, kendi zâtında fakirdir. Hiçbir şeyi yok ki, ona
dayanıp "Zühre" gibi kendine güvensin. Hiçbir rengi yok ki, onunla
görünsün. Başka şeyleri de tanımıyor ki, ona teveccüh etsin. Hâlis bir safveti
var ki, doğrudan doğruya Güneş'in timsalini gözbebeğinde saklıyor.” [7]
“Güneş'in kendi Hâlıkının izniyle ve
emriyle üç çeşit tecellisi ve in'ikası ve ifazası var: Birisi çiçeklere, birisi
Kamer'e ve seyyarelere, birisi şişe ve su gibi parlaklara verdiği ayrı ayrı
in'ikaslarıdır.
Birincisi üç tarzdadır:
Biri: Küllî ve umumî bir tecelli ve
in'ikasıdır ki, bütün çiçeklere birden ifazasıdır.
Biri de: Has bir tecellidir ki, herbir
nev'e göre bir hususî in'ikası vardır.
Biri
de: Cüz'î bir tecellidir ki, herbir çiçeğin şahsiyetine göre bir ifazasıdır. Şu
temsilimiz, o kavle göredir ki; çiçeklerin süslü renkleri, Güneş'in ziyasındaki
yedi rengin istihale-i in'ikasiyesinden neş'et ediyor. Ve bu kavle göre
çiçekler dahi Güneş'in bir çeşit âyineleridir.
İkincisi: Güneş'in Kamer'e ve seyyarelere,
Fâtır-ı Hakîm'in izniyle verdiği nur ve feyizdir. Şu küllî ve geniş feyiz ve
nurdan sonra Kamer, o ziyanın gölgesi hükmünde olan nuru; Güneş'ten küllî bir
surette istifade eder, sonra hususî bir tarzda denizlere ve havaya ve parlak
toprağa ve bir suret-i cüz'iyede denizin kabarcıklarına ve toprağın
şeffaflarına ve havanın zerrelerine ifade ve ifazasıdır.
Üçüncüsü: Güneşin emr-i İlahî ile cevv-i
havayı ve denizlerin yüzlerini birer âyine ederek safi ve küllî ve gölgesiz bir
in'ikası var. Sonra o Güneş, denizin kabarcıklarına ve suyun katrelerine ve
havanın reşhalarına ve kar'ın şişeciklerine, herbirine birer cüz'î aksi, birer
küçük timsalini veriyor.
İşte Güneş'in herbir çiçeğe ve Kamer'e
mukabil herbir katreye, herbir reşhaya mezkûr üç cihette ikişer tarîk ile
teveccüh ve ifazası var.”[8]
[1] Bediüzaman Said Nursi,
Risale-i Nur Külliyatı, M.Nuriye, Nesil Yay. İstanbul 1966, I. C. sf. 1312
[2] Bediüzaman Said Nursi,
Risale-i Nur Külliyatı, M.Nuriye, Nesil Yay. İstanbul 1966, I. C. sf. 1372
[3] Bediüzaman Said Nursi,
Risale-i Nur Külliyatı, Mektubat, Nesil Yay. İstanbul 1966, I. C. sf. 466
[4] Bediüzaman Said Nursi,
Risale-i Nur Külliyatı, M.Nuriye, Nesil Yay. İstanbul 1966, I. C. sf. 1337
[5] Bediüzaman Said Nursi,
Risale-i Nur Külliyatı, M.Nuriye, Nesil Yay. İstanbul 1966, I. C. sf. 1335
[6] Bediüzaman Said Nursi,
Risale-i Nur Külliyatı, M.Nuriye, Nesil Yay. İstanbul 1966, I. C. sf. 1343
[7] Bediüzaman Said Nursi,
Risale-i Nur Külliyatı, Sözler, Nesil Yay. İstanbul 1966, I. C. sf. 146
[8] Bediüzaman Said Nursi,
Risale-i Nur Külliyatı, Sözler, Nesil Yay. İstanbul 1966, I. C. sf. 145
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder