BEDİÜZZAMAN ONTOLOJİSİ
I.BEDİÜZZAMANIN (r.aleyh) BİLGİ
ANLAYIŞI
2.İNSANIN BİLGİ ARAÇLARI
Bir önceki
yazıda Bediüzzaman’ın ( r. aleyh) insan ve bilgisi ile ilgili fikirlerini
paylaşmıştık. Burada, Bediüzzaman’ın ( r. aleyh) İnsanın bilgi kaynakları ile ilgili
fikirlerini aktarmaya çalışacağız.
İnsan
bilgilerini nasıl elde eder? Algı kaynakları nelerdir? Bu bilgilerin gerçeklik
oranı nedir? Hangi algı organları ile alınan bilgiler güvenilirdir?
Felsefeciler
arasında insan düşüncesi ve insan bilgisi ile ilgili farklı görüşler olduğu
gibi, insanın bilgi kaynakları ile ilgili de farklı görüşler vardır.
İnsanın
bilgi kaynakları ile sorularda varlık ile ilgili sorulardan bağımsız değildir.
Varlığı maddeden ibaret görenler insanı da bedene, bilgi kaynaklarını beş
duyuya indirger. Evreni tecelli olarak görenler için bilginin tek kaynağı
kalptir.
İslam
Düşünce tarihinde mutasavvıflar, kelamcılar, filozoflar, ilk dönemlerde bu
konuda keskin fikir ayrılığı içindeydi. Kimisi aklı, kimisi vahyi, kimisi kalbi
öncelemişti.
Bir eşyanın
bir bölümü tamamını ifade etmez. Bütünün parçası bütünün yerini tutmaz. Bu hal,
bilgi için de aynıdır. Bilginin sadece bir bölümü tüm hakikatleri, gerçekleri
içermez.
Akıl eşya
ile ilgili tüm gerçekleri algılayamaz. Dolayısıyla eşyayı sadece akılla
algılamaya, anlamaya çalışan filozofların eşya ile ilgili bilgilerinin tam
olduğu söylenemez. Anı şey evreni, hakikat ilmini sadece kalple arayanlar
içinde geçerlidir.
Hakikatin
bir parçasını önceleyen felsefi ekollerin insanın bireysel ve toplumsal
hayatını kuşatacak bir yaşam sistemi oluşturmalar mümkün olmaz. Sadece
mutasavvıfların bilgi anlayışları ile bireysel ve toplumsal hayatı düzenleyecek
bir sistem üretmek mümkün değil. Bu bilgi ile bir medeniyet inşa etmek tasavvur
bile edilemez.
İslam
Düşünce Tarihinde, süreç içinde bilgi kaynakları ile ilgili fikirlerde de diğer
ilimlerde olduğu gibi, sentezci bir anlayışa doğru gidilmiştir. Aradaki keskin
farklılıklar törpülenmiş, görüşler birbirine yaklaştırılmıştır.
Artık,
Bediüzzaman’ın ( r.aleyh ) paragrafları ile Onun bu konudaki fikirlerini
aktaralım.
"… Üstad-ı hakikî Kur'an'dır.
Tevhid-i kıble bu üstadla olur." diye, yalnız o üstad-ı kudsînin irşadıyla
hem kalbi, hem ruhu gayet garib bir tarzda sülûke başladılar. Nefs-i emmaresi
de şükûk ve şübehatıyla onu manevî ve ilmî mücahedeye mecbur etti. Gözü kapalı
olarak değil; belki İmam-ı Gazalî (R.A.), Mevlâna Celaleddin (R.A.) ve İmam-ı
Rabbanî (R.A.) gibi kalb, ruh, akıl gözleri açık olarak, ehl-i istiğrakın akıl
gözünü kapadığı yerlerde, o makamlarda gözü açık olarak gezmiş. Cenab-ı Hakk'a
hadsiz şükür olsun ki, Kur'an'ın dersiyle, irşadıyla hakikate bir yol bulmuş,
girmiş. “ [1]
Paragrafta Üstad ( r.aleyh) bir tecrübesini anlatıyor. Bunalımlı bir
düşünce dönemi sonun da, problemin çözümünün Kur’an-ı Hâkimde olduğuna işaret
ediliyor Kur’an-ı Hakimin tevhidi hayatın tüm alanlarında hakim kıldığı gibi,
bilgi konusunda da hakim kıldığını ifade ediyor. Allah insanda her yeteneği
belli gayeler için yaratmıştır. İnsanda gereksiz veya fazladan bir organ
yoktur. İnsan tüm organlarını tevhidi bütünlük ve denge içinde kullanmalıdır.
Kur’an- Hakimin irşadıyla aklın ve kalbin beraber süluku ile hakikate
ulaştığını ifade ediyor. Evren
hakkındaki tam ve kâmil bilginin bu algı organlarının tümünün kullanılması ile
elde edileceğini vurguluyor.
“ Mevlâna Celaleddin
(R.A.) ve İmam-ı Rabbanî (R.A.) ve İmam-ı Gazalî (R.A.) gibi, akıl ve kalb
ittifakıyla gittiği için, her şeyden evvel kalb ve ruhun yaralarını tedavi ve
nefsin evhamdan kurtulmasını te'mine çalışıp, lillahilhamd Eski Said Yeni
Said'e inkılab etmiş.” [2]
İnsanın, kâmil insan olması için sahih
bilginin öneminin vurgulandığı bir paragrafla karşı karşıyayız. Hem evhamlardan
kurtulmak hem de aklın ve kalbin ve ruhun afetlerden korunması için bu
vasıtalarla elde edilen sahih bilgilerin önemi vurgulanıyor. Sadece kalple
yetinenler evhamları defedemezler. Sadece akılla yetinenler de ruhun ve kalbin
yaralarını tedavi edemez. İnsan akıl ve kalbin ittifakı ile bütünlüğünü koruyup
tüm hastalıklarını tedavi edebilir.
“ Risale-i Nur; hem
aklı, hem kalbi tenvir eder, nurlandırır; hem nefsi müsahhar eder. Bunun
içindir ki; yalnız akılla giden ehl-i mekteb ve ehl-i felsefe, ve kalb yoluyla
giden ehl-i tasavvuf, Risale-i Nura sarılıyorlar. Ve ehl-i mekteb ve felsefe
anlıyorlar ki, hakiki münevverlik; akıl ve kalb nurunun mezciyle kabildir. Yalnız
akılla gitmek, aklı göze indiriyor. Bu hal ise, bir kanadı kırık olanın mahkûm
olduğu sukutu netice veriyor İhlâslı, hâlis ehl-i tasavvuf idrak ediyor ki,
demek zaman eski zaman değildir; böyle bir zamanda, hem kalb ile, hem akıl ile
bizi hakikat yolunda götürecek ve hakikata vâsıl edecek Kur'ânî bir yol lâzımdır
ki, biz zülcenaheyn olabilelim.” [3]
O dönemde ki talebelerin risaleleri anlayış
tarzını ortaya koyan bir paragraf.
“İkinci yol, iman-ı bilgayb cihetinde sırr-ı
vahyin feyziyle bürhani ve Kur'ani bir tarzda akıl ve kalbin imtizaciyle
hakkalyakin derecesinde bir kuvvet ile zaruret ve bedahet derecesine gelen bir
ilmelyakin ile hakaik-ı imaniyeyi tasdik etmektir. Bu ikinci yol, Risale-i
Nurun esası, mayesi, temeli, ruhu, hakikatı olduğunu has talebeleri
görüyorlar.” [4]
“ Bil, ey gafil, müşevveş Said! Cenâb-ı
Hakkın nur-u marifetine yetişmek ve bakmak ve âyât ve şahitlerin aynalarında
cilvelerini görmek ve berâhin ve deliller mesâmâtıyla temâşâ etmek iktiza
ediyor ki, senin üstünden geçen, kalbine gelen ve aklına görünen herbir nuru
tenkit parmaklarıyla yoklama ve tereddüt eliyle tenkit etme. Sana ışıklanan bir
nuru tutmak için elini uzatma. Belki gaflet esbabından tecerrüd et, onlara
müteveccih ol, dur. Çünkü ben müşahede ettim ki, marifetullahın şahitleri,
bürhanları üç çeşittir:
Bir kısmı su
gibidir. Görünür, hissedilir, lâkin parmaklarla tutulmaz. Bu kısımda hayalâttan
tecerrüd etmek, külliyetle ona dalmak gerektir.
Tenkit parmaklarıyla tecessüs edilmez; edilse akar, kaçar. O âb-ı hayat,
parmağı mekân ittihaz etmez.
İkinci kısım,
hava gibidir. Hissedilir, fakat ne görünür, ne de tutulur. Ona karşı sen,
yüzün, ağzın, ruhunla o rahmet nesîmine karşı teveccüh et, kendini mukabil tut.
Tenkit elini uzatma, tutamazsın. Ruhunla teneffüs et. Tereddüt eliyle baksan,
tenkitle el atsan, o yürür, gider. Senin elini mesken ittihaz etmez, ona razı
olmaz.
Üçüncü kısım
ise, nur gibidir. Görünür, fakat ne hissedilir, ne de tutulur. Öyleyse, sen kalbinin
gözüyle, ruhunun nazarıyla kendini ona mukabil tut ve gözünü ona tevcih et,
bekle. Belki kendi kendine gelir. Çünkü nur, elle tutulmaz, parmaklarla
avlanmaz. Belki o nur ancak basiret nuruyla avlanır. Eğer haris ve maddî elini
uzatsan ve maddî mizanlarla tartsan, sönmese de gizlenir. Çünkü öyle nur, maddîde
hapse razı olmadığı gibi, kayda giremez, kesîfi kendine mâlik ve seyyid kabul
etmez.”[5]
Bediüzzaman
( r.aleyh) bölmeye kıyamadığım uzun paragrafta bilgi nazariyesine yeni boyutlar
katıyor. Su, hava ve nura benzettiği üç farklı ilim türünden ve bunların elde
edilme şartlarından bahsediyor. İlmin bazı türlerinin hazır bulunan ruh ve
kalple elde edileceğini ve insanın kendini bu hale hazırlaması gerektiğini
belirtiyor. Bu hazırlık elbet manevi arınma, dünya telaşından azadelik, nefsin
arzuları peşinden koşmaktan kaçınma v.b. nefis terbiyesinden sonra
gerçekleşebilir. İlmin bir türü ise basiret nuru ile avlanabilecek bir nur
şeklinde tanımlanıyor. Bu ilmi telakki için önce basiretin nurlanması
gerekiyor.
Bu ilim türü
insanın kendini tanıması ve arındırması, insanın kendini bu ilmi almaya adaması
ve hazırlaması sonucu Allah’ın kalplere, ruhlara, basiretlere ulaştıracağı bir
ilim türü.
“İ'lem
eyyühe'l-aziz! Aklım yürüyüş yaparken, bazan kalbimle arkadaş olur. Kalb
zevkiyle bulduğu şeyi akla veriyor. Akıl berveçh-i mutad, bürhan şeklinde bir
temsille ibraz ediyor.”[6]
Akıl ve
kalbin ortak çalıştığında birbirini nasıl tamamladığı belirtiliyor. Kalb, aklın algılayamayacağı, hissedemeyeceği
gerçekleri hissedip akla veriyor. Akıl ise misallerle daha da somutlaştırıyor.
Aki delil şekline dönüştürüyor.
“Hem Risaletin-Nur, sâir ulemânın eserleri
gibi, yalnız aklın ayağı ve nazarıyla ders verip hakikat ile ve evliya misillü yalnız kalbin keşf ve zevkiyle hareket etmiyor; Belki akıl ve kalbin ittihad ve imtizacı
ve ruh vesâir letâifin teavünü ayağıyle hareket ederek evc-i âlâya uçar;
taarruz eden felsefenin değil ayağı, belki gözü yetişmediği yerlere çıkar;
hakaik-ı îmâniyeyi kör gözüne de gösterir.”[7]
Bu paragrafta ise hem diğer âlimlerden
kendi farkını vurguluyor hem de ilim vasıtalarına yenilerini ekliyor. Latifelerden ve onların ulaşabileceği
ilimlerden bahsediyor.
“ Demek, Kur’an’dan gelen o Sözler ve o
nurlar, yalnız akli mesail-i ilmiye değil, belki kalbi, ruhi, hali mesail-i
imaniyedir. Ve pek yüksek ve kıymetdar marifet-i ilahiye hükmündedir.”[8]
“ Çünkü: yazılan
sözler tasavvur değil tasdiktir; teslim değil, imandır; marifet değil,
şahadettir, şuhuddur; taklid değil, tahkiktir; iltizam değil, izandır; tasavvuf
değil, hakikattir; tasavvuf değil, hakikattir; dava değil, dava içinde
burhandır.”[9]
İnsan-ı Kamillerin Efendisi (S.A.V. ) dualarının birinde, Rabbim der :”
Bana eşyanın hakikatini olduğu gibi göster.”. Hak – Batıl mücadelesinin ferdi
ve toplumsal sahnelerinde insanın aldanmaması, aldatılmaması, yenilmemesi için
buna ihtiyaç var. En büyük düşman doğru yola oturmuş uyumaksızın, durup
dinlenmeksizin ayakları kaydırmaya çalışıyor. Onun yoldaşları da, her şeyleri
dünyayı kaybetmemek için işbirliği yapıyor.
Bu ortamda insanları kurtaracak tek şey hak
ve batılı ayıracak sahih bilgi. Nefsini aklına ve kalbine musahhar kılacak
sıcak ve ikna edici, şeytanın ve dostlarının süslü ve aldatıcı fısıltılarını,
sloganlarını, büyülerini etkisiz kılacak, dünyayı değiştirme gücü ve azmi
verecek insanı tüm yönleri ile harekete geçirecek hikmet, irfan, basiret,
feraset, yakin, v.b. içeren bilgi.
Çevremize, bölgesel ve evrensel düzeyde bir
bakın. Müslümanların içinde bulunduğu durumun en önemli nedeni sizce nedir?
[1] Risale-i Nur Külliyatı,
Bediüzzaman, Nesil yay. Cilt II, Mesnevi- Nuriye, Sf.1277
[2] Aynı Eser
[3] Risale-i Nur
Külliyatı, Bediüzzaman, Nesil yay. Cilt
II, Tarihçe- i Hayat, Sf.2229
[4] Risale-i Nur
Külliyatı, Bediüzzaman, Nesil yay. Cilt
II, Sikke-i Tasdik- i Gaybi
[5] Risale-i Nur Külliyatı,
Bediüzzaman, Nesil yay. Cilt I, Lem’alar, Sf.650
[6] Risale-i Nur
Külliyatı, Bediüzzaman, Nesil yay. Cilt
II, Mesnevi-i Nuriye, Sf.1366
[7] Risale-i Nur
Külliyatı, Bediüzzaman, Nesil yay. Cilt
II, Kastamonu Lahikası, Sf.1574
[8] Risale-i Nur Külliyatı,
Bediüzzaman, Nesil yay. Cilt I, Mektubat, Sf.516
[9] Risale-i Nur Külliyatı,
Bediüzzaman, Nesil yay. Cilt I, Mektubat, Sf.527
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder