23 Kasım 2015 Pazartesi

ŞUUNAT-I ZATİYE (C.C.)

BEDİÜZZAMAN  ONTOLOJİSİ

ALLAH

ŞUUNAT-I ZATİYE (C.C.)
             
     “ …fakat “   وله المثل الاعلى في السماوات والارض وهو العزيز الحكيم  “ sırrıyla, mesel ve temsil ile şuunatına, ve sıfat ve esmasına bakılır. Demek, mesel ve temsil şuunat nokta-i nazarında vardır.”[1]
           
    Allah’ın (c.c.) ,Zat mertebesinden sonra Şuun-u Zati mertebesi gelir. Bu mertebe tam mahiyeti ve hakikati ile bilinemese de temsil ve mesel ile anlamına yaklaşılabilir. En azından temsil ve mesel ile ifade edilip üzerinde konuşulabilir.
            
    Diğer İslam Âlimlerinin daha çok üzerine eğildikleri zat mertebesi, Bediüüzaman’ın ( R.aleyh) eserlerinde fazla yer işgal etmez. Bunu yerine O, Şuun-u Zatiye mertebesi üzerinde durur. Ontolojisini nerede ise bu mertebe üzerine kurar. Diğer İslam Âlimlerinde bu mertebe bu denli yer almaz. Bu mertebeden neredeyse bahsedilmez.
              
    “  …o sanat sahibinin ‘ şuun-u zatiye ‘ denilen kabiliyet ve istidad-ı zatiyesinin mükemmeliyetini gösterir.”[2]
            
     “ Ve kabiliyet-i zatiye ( tabir edemediğimiz) o mükemmel şuun-u zatiye …”[3]
                        
     “ Malumdur ki, mevzun ve muntazam ve mükemmel ve güzel sanatlar, gayet güzel bir programa istinad eder. Mükemmel ve güzel program ise, mükemmel ve güzel bir ilme ve güzel zihne ve güzel bir kabiliyet-i ruhiyeye delalet eder.”[4]
            
     “ …Ve o kemal-i sanat ve sıfat, bilbedahe, o ustanın kemal-i istidadına ve kabiliyetine delalet eder.”[5]
            
     Paragraflardaki şuunat-ı zatiye, temsilde geçen ustaya aittir. Bu temsilden hakikate geçildiğinde aynı kavramlar Allah (c.c.) için kullanılır. Aşağıda paragraflarda da belirtileceği gibi buradaki ifadeler hakikatin yerini tutmuyor. Allah (c.c.) için söylenenler eksik kalıyor. Ancak bu paragraflardaki şuunat-ı zatiye ifadeleri ile Allah’ın (.c.c) kendine layık ve sadece kendisinin bildiği, kabiliyeti, yeteneği, âlemlerden müstağni hüsn-ü niyeti, düşüncesinin mükemmelliği ifade ediliyor. Allah (c.c.) sıfatlarının mebdei, menşei bu mertebedir. Sıfatların mükemmelliği karakterin, kabiliyetin, istidanın, kişiliğin mükemmelliğine bağlıdır. Kişiliksiz, karaktersiz birinden cesaret beklenemez.
            
     Şuun-u zatiye, Allah’ın Zat mertebesi ile sıfat mertebesi arasında bulunur. Sıfatlar Şuun-u Zatiyeden kaynaklanır. Şuun-u Zatiye, bu nedenle Zat mertebesinden ilk tecellidir.   Allah’ın Zatı tam bir bilinmezlik perdesi içinde iken, şuunatı-ı zatiye bilinebilir. Bununla beraber şuun-u Zatiye Allah’ın zatının aynısıdır.
            
     “ i’lem eyyühel-aziz! Cenab-ı Hakkın ef’ali birbirine münasip, asarı birbirine müşabih, esması birbirine ayna ve ma’kes, sıfatı birbirine mütedahil,şuunat-ı memzuc…”[6]
            
   Yukarıda ki paragrafta da belirtildiği gibi Allah’ın fiilleri, isimleri, sıfatları, şuunatı münasib, müşabih, mütedahil ve memzuçtur. Hepsi Allah’ın zatında yukarıdaki halde mevcuttur.
            
   Aşağıdaki paragraflarda ise Şuunat-ı Zatiyenin başka boyutuna geçilir. Konunun zorluğundan dolayı gerekli görülen tedbir ifadeleri sık sık tekrarlanır.
             
    “ Bu gelecek Beş İşarette, şuunat-ı rububiyeti rasat etmek için, birer sönük, küçük dürbün nevinden birer temsil yazılacaktır. Bu temsiller şuunat-ı rububiyetin hakikatini tutamaz, ihata edemez, mikyas olamaz, fakat baktırabilir. O gelecek temsilatta ve geçen remizlerde Zat-ı Akdesin şuunatına münasip olmayan tabirat, temsilin kusuruna aittir. Mesela lezzet ve sürur ve memnuniyetin bizce malum manaları, şuunat-ı mukaddeseyi ifade edemiyor; fakat birer unvanı mülahazadır, birer mirsad-ı tefekkürdür.”[7]
            “ … Zatı kudsiyetine layık ve vücub-u vücuduna münasip o hayat-ı sermediyenin muktezası olarak, hadsiz derecede – tabirde hata olmasın- bir aşk-ı lahuti, bir muhabbet-i kudsiye, bir lezzet-i mukaddese gibi şuunat-ı kudsiye o hayat-ı akdetse var ki, o şuunat böyle hadsiz bir faaliyetle ve nihayetsiz bir hallakiyetle kâinatı daime tazelendiriyor, çalkalandırıyor, degiştiriyor.”[8]
            
    “… şuunat- ı İlahiyeyi ‘ memnuniyet-i mukaddese, ‘ iftihar-ı kudsi’, ve lezzet-i mukaddese gibi isimlerle işaret edilen maani-i rububiyyetdir ki, bu daimi faaliyeti ve mütemadi hallakiyeti iktiza eder.”[9]
            
    “ …Zat-ı Hayy-u kayyumun şuunat-ı kudsiyesine aynadarlık eder. Mesela, o hassasiyet içinde, sevmek, iftihar etmek, memnun olmak, mesrur olmak, müreffeh olmak gibi manalarla – Zat-ı Akdesin kudsiyetine ve gınay-ı mutlakına münasip ve layık olmak şartıyla- o neviden olan şuunatına aynadarlık eder.”[10]
            
    “ …Ona layık bir tarzda bir muhabbet, bir sevmek gibi, Ona layık bir şuunatla tabir edilen ulvi, kudsi, güzel, münezzeh, manaları vardır. Lezzet-i kudsiye, aşk-ı mukaddes, ferah-ı münezzeh, mesruriyet-i kudsiye, tabir edilen izn-i şer’i olmadığından yâd edemediğimiz gayet münezzeh, mukaddes şuunatı vardır…”[11]
                       
    “ …ve muhabbet ve gazap ve şefkat gibi şuunatını anladım.
            
    Ne kadar fevkalade sehavetli, merhametli, sanatkâr, ne derece harka iktidarlı - tabirde hata olmasın -maharetli hüşyar, işgüzar olduğunu… “[12]
            
    Yukarıdaki paragraflarda ise Şuunat- Zatiye kavramı ile yine sadece Allah’ın bilebileceği kendine has duygularının ifade edildiğini söyleyebiliriz. Hemen aşağıdaki paragrafta da vurgulandığı gibi bütün ukul-u beşer birleşse şuunat-ı zatiye tabir edilen mananın künhünü idrak edemez.
           
     “ …ve iftihar ve memnuniyet ve ferahla tabir edemediğimiz maani-i mukaddese ve şuun-u münezzeh o derece âli ve mukaddestir ki, bütün ukul-u beşer ittihad edip bir akıl olsa, yine onların künhüne yetişemez ve ihata edemez.”[13]
            
    Yukarıdaki paragraflardan anlaşıldığı gibi, Bediüzzaman ( R.aleyh ) şuunat-ı zatiye kavramı ile Allah’ın tabir caizse kendine layık kabiliyetini, istidadını ve duygularını – sevgi, memnuniyet, suru v.b.- ifade ediyor. Allah’ın (c.c.) kendine layık yetenekleri, kabiliyetleri ve duyguları mevcuttur. Sıfatlar buradan kaynaklanır.
           
    Daha sonra göreceğimiz gibi – inşallah- Allah’ın evreni yaratması, yaratılışın sürekliliği, cennet ve cehennemin gerekliliği ve devamı bu mertebe ile sıkı sıkıya ilişkilidir.
            
  Zat mertebesinin kâinatla ve insanla hiçbir ilgisi, alakası yoktur. Allah (c.c.) zat mertebesinde hiçbir hareketliliğe ihtiyaç duymaz. Hiçbir tecellisi yoktur. Evrenle, varlıkla ilgi bu mertebede başlar. Allah’ın ( c.c.) bilinmeyi sevmesi, görmeyi ve görünmeyi istemesi bu mertebededir. Varlıkları yaratıp merhamet etmesi, yukarıdaki hedeflerin gerçekleşmesi için varlıkları ahret âleminde ebedi kılması bu mertebeden kaynaklanır.



[1] Bediüüzaman Said Nursi, Risale-i Nur Külliyatı, Lem’alar, Nesil Yay. İst.1966, I. C. sf. 634
[2] Bediüüzaman Said Nursi, Risale-i Nur Külliyatı, Sözler, Nesil Yay. İst.1966, I. C. sf. 129
[3] Bediüüzaman Said Nursi, Risale-i Nur Külliyatı, Sözler, Nesil Yay. İst.1966, I. C. sf. 306
[4] Bediüüzaman Said Nursi, Risale-i Nur Külliyatı, Sözler, Nesil Yay. İst.1966, I. C. sf. 283
[5] Bediüüzaman Said Nursi, Risale-i Nur Külliyatı, Sözler, Nesil Yay. İst.1966, I. C. sf. 283
[6] Bediüüzaman Said Nursi, Risale-i Nur Külliyatı, M. Nuriye, Nesil Yay. İst.1966, II. C. sf. 1333
[7] Bediüüzaman Said Nursi, Risale-i Nur Külliyatı, Mektubat, Nesil Yay. İst.1966, I. C. sf. 483
[8] Bediüüzaman Said Nursi, Risale-i Nur Külliyatı, Lem’alar, Nesil Yay. İst.1966, I. C. sf. 822
[9] Bediüüzaman Said Nursi, Risale-i Nur Külliyatı, Lem’alar, Nesil Yay. İst.1966, I. C. sf.823
[10] Bediüüzaman Said Nursi, Risale-i Nur Külliyatı, Lem’alar, Nesil Yay. İst.1966, I. C. sf.827
[11] Bediüüzaman Said Nursi, Risale-i Nur Külliyatı, Sözler, Nesil Yay. İst.1966, I. C. sf. 284
[12] Bediüüzaman Said Nursi, Risale-i Nur Külliyatı, Şualar, Nesil Yay. İst.1966, I. C. sf. 878
[13] Bediüüzaman Said Nursi, Risale-i Nur Külliyatı, Sözler, Nesil Yay. İst.1966, I. C. sf. 284

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder