11 Kasım 2015 Çarşamba

VÜCUD KAVRAMI

BEDİÜZZAMAN’IN (r.aleyh) ONTOLOJİSİNİN KAVRAMLARI

VÜCUD KAVRAMI

VÜCUD-U İLMİ  / VÜCUD-U HARİCİ

DAİRE-İ İLMİ / DAİRE-İ KUDRET
           
     Vücud-u ilmi, varlıkların, Allah’ın (c.c.) ilm- i ezelisinde ki varlığıdır. Varlıklar bu aşamada daire-i ilimde varlık kazanır. Vucud-u harici, varlıkların ilmi varlık dışında bir varlık kazanmış varlığıdır. Bu aşamada varlıklar daire-i kudrete geçmiş olur.
            
     Varlıkların hareket yönü önce daire-i ilimden daire-i kudrete, yani âlem-i kevn-ü fesada, sonra tekrar daire-i ilme doğrudur. Aşağıdaki paragraflarda bu durum dile getirilir.
            
    “ Çünkü mümkinatın vücudu, vacibin nurundan bir gölge olduğu cihetle, vehmi bir mertebededir. Vacibin emriyle vücud-u hariciyeye girer. Sabit ve mustakar kalır. Demek mümkinatın vücudu bizzat hakiki bir vücud-u harici olmadığı gibi, vehmi veya zail bir zıllde değildir. Ancak, Vacib ül- Vucudun icadıyla bir vücuttur ”[1]
            
     “ Evet, âlem-i gaybın bir nevi olan âlem-i ervah, ayn-ı hayat ve madde-i hayat ve hayatın cevherleri ve zatları olan ervah ile dolu olması, elbette mazi ve müstakbel denilen âlem-i gaybın bir diğer nevide ve ikinci kısmı dahi, cilve-i hayata mazhariyeti ister ve istilzam eder. Hem her bir şeyin vücud-u ilmisindeki intizam-ı ekmeli ve manidar vaziyetleri ve canlı meyveleri, tavırları, bir nevi hayat-ı maneviyeye mazhariyeti gösterir. Evet, hayat-ı ebediye güneşinin ziyası olan bu cilve-i hayat, elbette yalnız bu âlem-i şahadete ve bu zaman-ı hazıra ve bu vücud-u hariciye munhasır olamaz. Belki, her bir âlem, kabiliyetine göre o ziyanın cilvesine mazhardır.”[2]
            
    “Cenab-ı Hak öyle bir kadir-i Mutlakdır ki, âdem ve vücut, kudretine ve iradesine nisbeten iki menzil gibi, gayet kolay bir surette oraya gönderir ve getirir. İsterse bir günde, isterse bir anda oradan çevirir.
            
     Hem âdem-i mutlak zaten yoktur. Çünkü bir ilm-i muhit var. Hem daire-i ilm-i İlahinin harici yok ki, bir şey ona atılsın. Daire-i ilim içinde bulunan âdem ise, âdem-i haricidir ve vücud-u ilmiye perde olmuş perde olmuş bir ünvandır. Hatta bu mevcudat-ı ilmiyeye bazı ehl-i tahkik “ ayan-ı sabite” tabir etmişler. Öyleyse, fenaya gitmek, muvakkaten harici libasını çıkarı, vücud-u maneviye ve ilmiye girmektir. Yani helik ve fani olanlar, vücud-u hariciyi bırakıp, mahiyetleri bir vücud-u manevi giyer, daire-i kudretten çıkıp daire-i ilme girer.”[3]
           
    “Elhasıl, vücut kainatları ve hadsiz adem alemleri birbiriyle çarpışırken…”[4]
            
    “ Aynen öylede, şecere-i kâinatın bütün dal ve budaklarıyla her birinin bir mazisi ve müstakbeli var; geçmiş ve gelecek tavırlarından ve vaziyetlerinden müteşekkil bir silsilesi bulunur. Her nevi ve her cüz’ünün ilm-i ilahiyede muhtelif tavırlarla müteaddit vücutları bir silsile-i vücud-u ilmi teşkil eder. Ve vücud-u harici gibi, o vücud-u ilm-i dahi, hayat-ı umumiyenin manevi bir cilvesine mazhardır ki, mukadderitay-ı hayatiye, o manidar ve canlı elvah-ı kaderiyeden alınır.”[5]
            
    “ Ruh, zihayat, zişuur, nurani vücud-u harici giydirilmiş, cami, hakikattar, külliyet kesbetmeye müsteid bir kanun-u emridir.”[6]



[1] Bediüüzaman Said Nursi, Risale-i Nur Külliyatı, M. Nuriye, Nesil Yay. İstanbul 1966, II. C. sf. 1334.
[2] Bediüüzaman Said Nursi, Risale-i Nur Külliyatı, Lem’alar, Nesil Yay. İstanbul 1966, I. C. sf. 816.
[3] Bediüüzaman Said Nursi, Risale-i Nur Külliyatı, Mektubat, Nesil Yay. İstanbul 1966, I. C. sf. 373.
[4] Bediüüzaman Said Nursi, Risale-i Nur Külliyatı, Şualar, Nesil Yay. İstanbul 1966, I. C. sf. 981.
[5] Bediüüzaman Said Nursi, Risale-i Nur Külliyatı, Lem’alar, Nesil Yay. İstanbul 1966, I. C. sf. 816.
[6] Bediüüzaman Said Nursi, Risale-i Nur Külliyatı, Sözler, Nesil Yay. İstanbul 1966, I. C. sf. 231.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder