KÂİNAT / ÂLEMLER
ÂLEM-İ GAYB VE ŞEHADET
Bediüzzaman
(r.aleyh) kâinatı iki ana kısma ayırır. Âlem-i şahadet ve âlem-i gayb. Bundan
sonra bu iki âlemi kendi arasında âlemlere taksim eder. On sekiz veya yirmi
sekiz bin âlem bu iki âlem arasında taksim edilir.
“Vücudun
hasra gelmez muhtelif envaını, münhasır olmaz, sıkışmaz şu şahadet âleminde.
Âlem-i cismani bir tenteneli perde gibi şule-feşan gaybi
avalim üzerinde.”[1]
“Bu
hadsiz tereşşuhat ve lemaat gösteriyor ki, şu âlem-i maddiyat ve şahadet ise,
âlem-i melekût ve ervah üstünde serpilmiş tenteneli bir perdedir.”[2]
“
Âlem-i şahadet, avalimül- guyub üstünde tenteneli bir perdedir.”[3]
Gayb,
insanın, beş duyu organı – dokunma, görme, işitme, koklama, tatma-
algılayamayacağı alan için kullanılır. İnsanın beş duyusu ile algılayamadığı
varlıklar, algılamayan insana nispetle gaybda sayılır. Gaybda bulunan âlemlere
gayb âlemi, bu âlemde bulunan varlıklara gaybi varlıklar denir.
Gayb
âlemi kendi içinde mutlak gayb, nisbi gayb şeklinde sınıflandırılabilir.
Şahadet
âlemi, âlem-i gaybın aksine, insanın beş duyu organı ile algıladığı âlemler ve
varlıklardan oluşur. Âlem-i şahadette algılanan varlıklarının kökleri gayb
âlemindedir. Bu âlemdeki hareketlerin, değişimlerin, görünüp kaybolmaların
sebepleri gayb âlemindeki yönlendirmelerin, hareketlendirmelerin sonucudur.
İnşallah ilerde bu konuyu daha ayrıntılı incelemeye çalışacağız. Şimdilik bu
iki âlem arasındaki etkileşimin varlığını incelemekle yetineceğiz.
Burada
dikkat edilmesi gereken en önemli nokta iki âlem arasındaki etkileşimin
nasıllığıdır. Birbirine zıt varlıklardan oluşan iki âlem birbirini nasıl
etkiler. Âlem-i gaybda bulunan varlıklar maddeyi nasıl etkiler. Ruh bedeni
nasıl etkiler. Duran bir topa, başka bir topla vurduğumuzda, duran top hareketlenir.
Ruh, bedeni böyle etkiyemez. İkisini çarpıştırdığımızı varsayarsak ruh bedene
dokunmaz. Işınlar gibi, beden, onların varlığını bile hissetmeksizin bir
taraftan diğer tarafa geçer.
İki
zıt varlığın, fiziki olarak birbirini etkilemesi aklen mümkün görülemez.
Bediüzzaman
( R.aleyh) ve tabi diğer İslam Âlimleri, Arifleri bu konuyu, etkileşimi sağlayacak ara âlemler ile
açıklar. Hem Allah’ın (c.c.) gayb âlemini etkileyebilmesi, hem de gayb âleminin
şahadet âlemini etkilemesi bu ara âlemlerin aracılığı ile gerçekleşir.
Daha
önceki yazılarda Allah’ın (c.c.) zatından, şuunundan, sıfatlarından,
isimlerinden ve fiillerinden bahsetmiştik. Şuun, sıfat, isim ve fiillerinin
yetmiş binler perdeleri, sonsuz mertebeleri içerdiğini belirtmiştik. Yetmiş bin
perde ve mertebe, Allah’ın (c.c.) gayb âlemine ve şahadet âlemine mübaşeretini,
taallukunu sağlamak içindir. Tabir caizse nur yetmiş bin perdeden geçe geçe
yoğunlaşır. Her perde nuru biraz daha yoğunlaştırır. Her iki perde arasındaki
yoğunluk birbirine yakın olduğu için etkileşim mümkün olur. Böylece bu alam-i
şahadete kadar gelir.
Bu
nedenle âlem-i şahadet ve Allah (c.c.) arasında muazzam bir uzaklık bulunur.
Allah(c.c.) , şahadet âlemine çok yakınken, âlem-i şahadet, Allah’a (c.c.)
oldukça uzaktır. İnşallah, Bediüzzaman’ın (R.aleyh) bu konular ile de ilgili açıklamalarını da
daha sonra ayrıntılı şekilde ele almaya çalışacağız.
Bediüzzaman
(r.aleyh) melekûtun, mülk üzerindeki etkisini aşağıdaki cümlelerle saçıklar.
“İ’lem eyyühel-aziz! Kevn ve vücud
sahasında durup ahval-i âleme dikkat eden adam, hadsi bir süratle anlar ki,
tesir-i faaliyet, latif, nurani, mücerret olan şeylerin şe’ni olduğu gibi,
infial, kabiliyet, teessür de maddi, kesif, cismani şeylerin hassasıdır. Evet,
misal olarak şu kocaman dağa bak. O nur semada iken ziyasıyla yerde iş görür,
faaliyettedir. O dağ ise, azametiyle beraber faaliyetsiz yerinde oturuyor. Ne
bir tesiri var ve nede bir fiili var.
Ve
keza, eşya arasında vukua gelen fillerden anlaşılıyor ki, hangi bir şey latif,
nurani ise, sebep ve fail olmaya kesb-i liyakat eder. Kesafeti nispetinde de
infial ve müsebbebiyet mertebesine yaklaşıyor. Bundan anlaşılıyor ki, esbab-ı
zahiriyenin Halikıyla, müsebbebatın Mucidi, ancak ve ancak Nurul- Envar, Sani-i
Ezeldir.”[4]
“
Vücut mertebeleri muhteliftir. Ve vücut âlemleri ayrı ayrıdır. Ayrı ayrı
oldukları için, vücutta rüsuhu bulunan bir tabaka-i vücudun bir zerresi, o
tabakadan daha hafif bir tabaka-i vücudun bir dağı kadardır ve o dağı istiab
eder. Mesela, âlem-i şahadetden olan kafadaki hardal kadar kuvve-i hafıza,
âlem-i manadan bir kütüphane kadar vücudu içine alır. Ve âlem-i hariciden olan
tırnak kadar bir ayine-i vücudun âlem-i misal tabakasından koca bir şehri içine
alır.”[5]
Gayb âlemi
ve gaybi varlıkların özellikleri olan, nuranilik, letafet, incelik, mücerretlik
arttıkça daha az olan üzerinde etkin olur. Daha nurani ve ince âlemler daha
kesif âlemler üzerinde etkili olur. Böylece daha nurani olan üstteki yüce
âlemler alttaki âlemleri etkiyle etkileye âleme-i şahadete kadar gelir.
Şimdi
mülk ve melekût âlemlerinin alakalarını ve etkileşimini inceleye devam edelim.
“
Ve bütün eşyanın melekutiyetleri, santral gibi, Hakim, Kadir, Murid, Alim bir
Vacibül- Vücudun yed-i kudretindedir.”[6]
Eşyaların melekuti tarafları Allah’ın (c.c.)
bu varlıkları etkilediği, yönettiği santraller, merkezlerdir. Allah’ın
(c.c.) kudreti varlıkların melekûtuna
taalluk eder. Bunun ilk sebebi varlıklarının melekûtunun madde üzerinde etkili
olması. Bir başka sebebi melekût tarafının daha kuşatıcı olmasıdır.
“ İ’lem eyyühel-aziz! Her şeyin,
içine melekût, dışına da mülk denir. Bu itibarla insanla kalp, birbirine hem
zarf, hem de mazruf olur. Çünkü insan mülk cihetiyle kalbe zarf olur, melekût
cihetiyle mazruf olur.
Bu
kaide, arş ile kevn hakkında da tatbik edilir. Şöyle ki; Arş, zahir, Batın,
Evvel, Ahir isimlerinin halita ve karışığıdır. Bu halitada dâhil olan ism-i
zahir itibariyle arş, mülk, kevn melekût olur. İsm-i batın itibariyle, Arş,
melekût, kevn mülk olur. Demek, Arşa ism-i zahir nazarıyla bakılırsa, kendisi
zarf, kevn de mazruf olur. İsm-i Batın gözüyle bakılırsa, kendisi mazruf, kevn
zarf olur. Ve keza, ism-i Evvel itibariyle,
و كان عرشه على الماء ayetinin
işaret ettiği kevnin bidayetini içine alıyor. Ve ism-i Ahir itibariyle ,سقف الجنة عرش الرحمان hadis-i
şerifinin ima ettiği kevnin nihayetini içine alıyor.”[7]
Kâinatın,
âlemlerin ve her varlığın mülk-melekût, zahir-batın, iç- dış, gayb- şahadet
tarafları vardır. Bu iki taraf zarf mazruf gibidir. Bu bölümler görünüşte
maddenin içindedir. Madde bir bakıma zarftır. Ancak hakikatte madde olmayan
taraf maddeyi de belirleyip şekillendirdiği için, diğer taraf zarftır. Kalp
bedenin içindedir. Beden kalbi kuşatır. Ancak kalp hem bedeni fizikken
yönetmesi hem de tüm evreni içine alacak hayal, hafıza, akıl, v.b. yetenekleri
içerdiğinden bedeni kuşatır. Mekân cihetiyle beden zarfken, işlev cihetinden
kalp zarftır. Bu nedenle Kudret melekûta taalluk eder.
Aynı
şey kâinatla arş arasında, her varlığın arşı ve cisimsel varlığı arasında da
bulunur. Daha önce Bediüzzaman’ın (r.aleyh) âlemlerin ve varlıkların arşından
bahsettiğini aktarmıştık.
Kudretin
melekûta taalluk etmesinin bir başka nedeni ise melekûtun direk taalluka müsait
yapısı ve maddenin direk taalluka müsait olmamasıdır.
“
Zira aynanın iki veçhi gibi, her şeyin bir mülk ciheti var ki, aynanın mülevven
yüzüne benzer; muhtelif renklere ve halata medar olabilir. Biride melekûttur
ki, aynanın parlak yüzüne benzer. Mülk ve zahir veçhinde, Kudret-i
Samedaniyenin izzetine ve kemaline münafi halat vardır. Esbab, o halata hem
merci, hem medar olmak için vaz edilmişler. Fakat melekutiyet ve hakikat
canibinde her şey şeffaftır, güzeldir, kudretin bizzat mübaşeretine münasiptir,
izzetine münafi değildir. Onun için, esbab sırf zahiridir; melekutiyette ve hakikatte
tesir-i hakikileri yoktur.”[8]
“ İkinci mesele ki, kudret melekutiyet-i eşyaya taalluk
eder. Evet, kâinatın ayna gibi iki yüzü var. Biri mülk ciheti ki, aynanın
renkli yüzüne benzer. Diğeri melekutiyet ciheti ki, aynanın parlak yüzüne
benzer.
Mülk ciheti ise, zıtların cevelangahıdır. Güzel- çirkin,
hayır- şer, büyük- küçük, ağır- kolay gibi emirlerin mahal-i vürududur. İşte,
şunun içindir ki, Sani-i Zülcelâl, esbabı-ı zahiriyi tasarrufat-ı kudretine
perde etmiştir- ta, dest-i kudret, zahir akla göre hasis ve nalâyık emirlerle
bizzat mübaşereti görünmesin. Çünkü azamet ve izzet öyle ister. Fakat o vesait
ve esbaba hakiki tesir vermemiştir. Çünkü vaat et-i ehadiyet öyle ister.
Melekutiyet ciheti ise, her şeyde parlaktır, temizdir.
Teşehhusatın renkleri, müzahrefatları ona karışmaz. O cihet, vasıtasız, kendi
Halikına müteveccihtir. Onda terettübü- ü esbab, teselsül-ü ilel yoktur. Ona,
illiyet, maluliyet giremez. Eğri- büğrüsü yoktur. Maniler müdahale edemez.
Zerre, şemse kardeş olur.”[9]
“ Hem hayatın iki yüzü, yani mülk, melekût vecihleri
parlaktır, kirsizdir, noksansızdır, ulvidir. Onun için, perdesiz, vasıtasız,
doğrudan doğruya dest-i kudret-i Rabbaniyeden çıktığını aşikâre göstermek için,
sair eşya gibi zahiri esbabı, hayattaki tasarrufat-ı kudrete perde edilmemiş
bir müstesna mahlûktur.”[10]
“
Binaenaleyh, âlem-i melekût, âlem-i şahadetten daha âli ve daha yüksektir.”[11]
“ Fesubhanallah! Mülkle melekût arasındaki hicap ne kadar
incedir, aralarındaki mesafe ne kadar büyüktür! Kezalik mülkle melekût, dünya ile
ahret arasında ehl-i kalp için şeffaf, ehl-i heva için kesif ince bir perde
vardır.”[12]
Şimdi de Bediüzzaman’ın ( R.aleyh) geniş
manevi âlemlerin, gayb âlemlerinin dar maddi âlemlere nasıl sığıştığını
açıkladığına bakalım.
“Evet,
her şeyin iki ciheti vardır. Bir ciheti hakka bakar, diğer ciheti de halka
bakar. Halka bakan cihet, Hakka cihete tenteneli bir perde veya şeffaf bir cam
parçası gibi, altında hakka bakan cihet-i isnadı gösterecek bir perde gibi
olmalıdır. Bineanaleyh, nimete bakıldığı zaman Mün’im, sanata bakıldığı zaman
Sani, esbaba nazar edildiği vakit Müessir-i hakiki zihne ve fikre gelmelidir.”[13]
“Sani-i Kadir, ism-i Hakem ve Hâkimi ile bu âlem içinde
binler muntazam âlemleri derç etmiştir.”[14]
Âlemler
iç içe geçmiş halde bulunur. Karpuz yığını gibi birbirinden ayrı bulunmaz. Bir
karpuz gibi, kabuğu, çekirdeği, suyu iç içe bir bütün oluşturacak varlığa
sahiptir.
“ Sevap ve fazilet nur âlemindendir.
O âlemden bir âlem, bir zerreye sığışabilir. Nasıl ki, bir zerrecik bir şişede,
semavat, nücumuyla beraber görülebilir”[15]
Daha şeffaf
varlıklar daha kesif varlıkların içinde bulunur. En kesif, en kaba, en donuk
madde âlemi tüm nurani âlemleri içinde barındırır.
“
İ’lem eyyühel-aziz! Âlem-i ziya, âlem-i hararet, âlem-i hava, âlem-i kehruba,
âlem-i elektrik, âlem-i cezb, âlem-i esir, âlem-i misal, âlem-i berzah gibi
âlemler arasında müzahame ve yer darlığı yoktur. Bu âlemler, hepside,
ihtilalsız, müsademesiz, küçük bir yerde içtima ederler.
Kezalik,
pek geniş gaybi âlemlerin de bu küçük arzda içtimaları mümkündür. Evet, hava,
su, insanın yürüyüşüne, cam ziyanın geçmesine, şuanın röntgen vasıtasıyla kesif
cisimlere bile nüfuzuna ve akıl nuruna, melek ruhuna, demirin içine hararetin
akmasına, elektriğin cereyanına bir mani yoktur.”[16]
Bu konu ile ilgili paragrafları daha
evvelki konularda da aktardığımız için bu kadarla yetinelim. Kâinat birbiri
içinde yoğunluk ve kuvvet dereceleri farklı âlemler ve varlıklardan oluşur.
Varlıklar bir âlemden diğerine girip çıkabilir. Daha şeffaf âlemler katı âlemleri
üzerinde etkilidir. Şeffaf âlemler Allah’a (c.c.) daha yakındır.
[1] Bediüüzaman Said Nursi,
Risale-i Nur Külliyatı, Sözler, Nesil Yay. İstanbul 1966, I. C. sf. 320
[2] Bediüüzaman Said Nursi,
Risale-i Nur Külliyatı, Sözler, Nesil Yay. İstanbul 1966, I. C. sf. 327
[3] Bediüüzaman Said Nursi,
Risale-i Nur Külliyatı, Mektubat, Nesil Yay. İstanbul 1966, I. C. sf. 570
[4] Bediüüzaman Said Nursi,
Risale-i Nur Külliyatı, M.Nuriye, Nesil Yay. İstanbul 1966, II. C. sf. 1338
[5] Bediüüzaman Said Nursi,
Risale-i Nur Külliyatı, Mektubat, Nesil Yay. İst.1966, C I. sf.453
[6] Bediüüzaman Said Nursi,
Risale-i Nur Külliyatı, M.Nuriye, Nesil Yay. İstanbul 1966, II. C. sf. 1322
[7] Bediüüzaman Said Nursi, Risale-i
Nur Külliyatı, M.Nuriye, Nesil Yay. İstanbul 1966, II. C. sf. 1320
[8] Bediüüzaman Said Nursi,
Risale-i Nur Külliyatı, Sözler, Nesil Yay. İst.1966, C I. sf.121
[9] Bediüüzaman Said Nursi,
Risale-i Nur Külliyatı, Sözler, Nesil Yay. İst.1966, C I. sf.236
[10] Bediüüzaman Said Nursi,
Risale-i Nur Külliyatı, Lem’alar, Nesil Yay. İst.1966, C I. sf.812
[11] Bediüüzaman Said Nursi,
Risale-i Nur Külliyatı, M.Nuriye, Nesil Yay. İstanbul 1966, II. C. sf. 1339
[12] Bediüüzaman Said Nursi,
Risale-i Nur Külliyatı, M.Nuriye, Nesil Yay. İstanbul 1966, II. C. sf. 1344
[13] Bediüüzaman Said Nursi,
Risale-i Nur Külliyatı, M.Nuriye, Nesil Yay. İstanbul 1966, II. C. sf. 1297
[14] Bediüüzaman Said Nursi,
Risale-i Nur Külliyatı, Lem’alar, Nesil Yay. İst.1966, C I. sf.803
[15] Bediüüzaman Said Nursi,
Risale-i Nur Külliyatı, Sözler, Nesil Yay. İst.1966, C I. sf.152
[16] Bediüüzaman Said Nursi,
Risale-i Nur Külliyatı, M.Nuriye, Nesil Yay. İstanbul 1966, II. C. sf. 1335
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder