BEDİÜZZAMAN’IN (r.aleyh) ONTOLOJİSİNİN KAVRAMLARI
HÜVİYET KAVRAMI
Hüviyet her
varlığı diğerlerinden ayıran, o varlığı, o yapan niteliğidir. Ve her varlığın
bir hüviyeti vardır.
“Mademki Birinci Esas'ta isbat edildiği gibi; hayat mevcudatın
keşşafıdır, belki neticesidir....
dizginlerini ellerinde tutacak melaike denilen ibadullah olmazsa; o
namuslara, o kanunlara bir vücud taayyün edemez. Bir hüviyet teşahhus edemez.
Bir hakikat-ı hariciye olamaz. Hâlbuki hayat, bir hakikat-ı hariciyedir. Vehmî
bir emr, hakikat-ı hariciyeyi yüklenemez.”[1]
“ Fakat kendi vücuduna bedel
ikinci derecede vücudları sayılan hem manası, hem hüviyet-i misaliyesi ve
sureti, hem neticeleri, hem mübarek ise sevabı, hem hakikatı gibi çok
vücudlarını bırakır, sonra perde altına girdiği gibi, aynen öyle de: Bu vücudum
ve her zîhayatın vücudu, zahirî vücuddan gitse, zîruh ise hem ruhunu, hem
manasını, hem hakikatını, hem misalini, hem mahiyet-i şahsiyesinin dünyevî
neticelerini ve uhrevî semerelerini, hem hüviyet ve suretini hâfızalarda ve
elvah-ı mahfuzada ve sermedî manzaraların film şeritlerinde ve ilm-i ezelînin
meşherlerinde ve kendini temsil eden ve beka veren fıtrî tesbihatını defter-i
a'malinde ve esma-i İlahiyenin cilvelerine ve mukteziyatlarına fıtrî
mukabelelerini ve vücudî âyinedarlıklarını daire-i esmada ve daha bunlar gibi
zahirî vücudundan daha kıymetdar müteaddid manevî vücudlarını kendi yerinde
bırakır, sonra gider; ilmelyakîn suretinde bildim.”[2]
“…elbette küllî ve cüz'î bütün
mümkinat adedince ve her mümkünün mezkûr mahiyet ve hüviyet, heyet ve suret,
sıfat ve vaziyetinin imkânatı adedince tahsis edici, tercih edici, tayin edici,
ihdas edici bir Vâcib-ül Vücud'un vücub-u vücuduna…”[3]
“…ruhu, mahiyeti, hüviyeti,
sureti gibi pek çok vücudlarını arkasında bıraktıran ve yerinde vazife başına
geçiren faaliyet-i daime ve hallakıyet-i Rabbaniyeden neş'et eden maânî-i
kudsiyenin ve rububiyet-i İlahiyenin ne kadar ehemmiyetli oldukları anlaşılır.”[4]
“Âyinede temessül, münkasım
dört surete: Ya yalnız hüviyet; ya beraber hâsiyet; ya hüviyet hem şu'le-i
mahiyet; ya mahiyet, hüviyet.”[5]
“Gayr-ı mahdud tecelliyat-ı cemaliye ve celaliye ve kemaliyesini gösteriyor. Çok hakaik-i gaybiye ve çok semerat-ı uhreviye ve fânilerin bâki olan hüviyet ve suretlerinden pekçok nukuş-u misaliye ve çok manidar nüsuc-u levhiyeyi icad ediyor.”[6]
“Birbirinden eşeff ve eltaf, kudretin çok âyineleri vardır;
sudan havaya, havadan esîre, esîrden âlem-i misale, âlem-i misalden âlem-i
ervaha, hattâ zamana, fikre tenevvü' ediyor. Hava âyinesinde bir kelime
milyonlar kelimat olur. Kalem-i kudret, şu sırr-ı tenasülü pek acib istinsah ediyor. İn'ikas, ya hüviyeti veya hüviyetle mahiyeti tutar. Kesifin timsalleri birer meyyit-i müteharriktir. Bir ruh-u nuranînin kendi
âyinelerinde olan timsalleri, birer hayy-ı murtabıttır; aynı olmasa da, gayrı da
değildir.”[7]
“Şemsin feyz-i tecellisi olan timsali, denizin sathında ve denizin
katresinde aynı hüviyeti gösteriyor.”[8]
“Öyle ise nefsindeki eneyi yırt, hüveyi göster ve kâinata dağınık bütün muhabbetlerin, onun esma ve sıfâtına karşı verilmiş bir muhabbettir.”[9]
“Ey insan! Senin kalbin ve hüviyet ve mahiyetin, bir âyinedir. Senin fıtratında ve kalbinde bulunan şedid bir muhabbet-i beka, o âyine için değil ve o kalbin ve mahiyetin için değil.. belki o
âyinede istidada göre cilvesi bulunan Bâki-i Zülcelal'in cilvesine karşı muhabbetindir ki, belâhet yüzünden o
muhabbetin yüzü başka yere dönmüş.” [10]
“Her mü'min gibi benim hüviyet-i şahsiyemi ve mahiyet-i insaniyemi anlamak isteyenler ve benim gibi olmak arzu edenler حَسْبُنَا
daki نَا cem'iyetinde bulunan
enenin, yani nefsimin tefsirine baksınlar. Ehemmiyetsiz, hakir ve fakir görünen vücudum -her mü'minin vücudu gibi- ne imiş, hayat ne imiş,
insaniyet ne imiş, İslâmiyet ne imiş, iman-ı tahkikî ne imiş, marifetullah ne
imiş, muhabbet nasıl olacakmış? Anlasınlar, dersini alsınlar!..”[11]
“İşte şu sırdandır ki; mahiyeti nur ve hüviyeti nuraniye olan Hazret-i Peygamber Aleyhissalâtü Vesselâm, dünyada bütün ümmetinin salavatlarını birden işitir ve kıyamette bütün asfiya ile bir anda görüşür. Birbirisine mani olmaz.” [12]
“Evet! O Zât (A.S.M.) vazifesi itibariyle,
hakkın bürhanı, hakikatın ziyası, hidayetin güneşi,
saadetin vesilesidir. Şahsiyet ve hüviyet cihetiyle, muhabbet-i Rahmaniyenin misali, rahmet-i Rabbaniyenin timsali, hakikat-ı insaniyenin şerefi, şecere-i hilkatin en kıymettar ve kıymetli bahadar bir
semeresidir.”[13]
[1]Bediüzaman Said Nursi,
Risale-i Nur Külliyatı, Sözler, Nesil Yay. İstanbul 1966, I. C. sf. 238
[2] Bediüzaman Said Nursi,
Risale-i Nur Külliyatı, Şualar, Nesil Yay. İstanbul 1966, I. C. sf. 877
[3] Bediüzaman Said Nursi,
Risale-i Nur Külliyatı, Şualar, Nesil Yay. İstanbul 1966, I. C. sf. 915
[4] Bediüzaman Said Nursi,
Risale-i Nur Külliyatı, Lemalar, Nesil Yay. İstanbul 1966, I. C. sf. 824
[5] Bediüzaman Said Nursi,
Risale-i Nur Külliyatı, Sözler, Nesil Yay. İstanbul 1966, I. C. sf. 323
[6] Bediüzaman Said Nursi,
Risale-i Nur Külliyatı, Sözler, Nesil Yay. İstanbul 1966, I. C. sf. 249
[7] Bediüzaman Said Nursi,
Risale-i Nur Külliyatı, Mektubat, Nesil Yay. İstanbul 1966, I. C. sf. 571
[8] Bediüzaman Said Nursi,
Risale-i Nur Külliyatı, Mektubat, Nesil Yay. İstanbul 1966, I. C. sf. 573
[9] Bediüzaman Said Nursi,
Risale-i Nur Külliyatı, Sözler, Nesil Yay. İstanbul 1966, I. C. sf. 157
[10] Bediüzaman Said Nursi,
Risale-i Nur Külliyatı, Lemalar, Nesil Yay. İstanbul 1966, I. C. sf. 655
[11] Bediüzaman Said Nursi,
Risale-i Nur Külliyatı, Lemalar, Nesil Yay. İstanbul 1966, I. C. sf. 720
[12] Bediüzaman Said Nursi,
Risale-i Nur Külliyatı, Sözler, Nesil Yay. İstanbul 1966, I. C. sf. 72
[13] Bediüzaman Said Nursi,
Risale-i Nur Külliyatı, M.Nuriye, Nesil Yay. İstanbul 1966, I. C. sf. 1285
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder