bediüzzaman ontolojisinde esma-i ilahiyye etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
bediüzzaman ontolojisinde esma-i ilahiyye etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

23 Kasım 2015 Pazartesi

ESMA-İ İLAHİYYE

BEDİÜZZAMAN ONTOLOJİSİ

ALLAH

ESMA-İ İLAHİYYE 
            
   Sıfat dairesinden sonra esma dairesi gelir. Esma sıfattan neşet eder. Esmanın mebdei, madeni sıfatlardır.
            
   “ İsim, Cenab-ı Hakkın zati isimleri olduğu gibi, fiili isimleri de vardır. Bu fiili isimlerin Gaffar ve Rezzak, Muhyi ve Mumit, gibi pek çok nevileri vardır.
            
   S- Bu fiili isimlerin kesretle tenevvüü neden meydana geliyor?
            
 C- Kudret-i Ezeliyenin, kâinattaki mevcudatın nevilerine, fertlerine olan nispet ve taallukundan husule gelir.”[1]
             
   “ Bütün âlemlerin Rabbi ve Müdebbiri ve Halikı olan Zat-ı Zülcelalin, ahkâmları ayrı ayrı pek çok namları ve unvanları ve Esma-ı Hüsnası vardır.”[2]
            
   Bediüzzaman ( R.aleyh) Allah’ın (c.c.) isimlerinin hükümleri,  namları, unvanları farklı sayısız ismi olduğunu belirtir. İsimlerin farklılığının, evrendeki varlıkların farklılıklarından kaynaklandığını belirtir. Allah (c.c.) varlıklar üzerindeki tasarruflarını isimleri aracılığı ile tahakkuk ettirir. Varlıkların farklılığı, farklı isimleri gerektirir.
            
   “Nasıl ki bir sulatanın kendi hükümetinin dairelerinde ayrı ayrı unvanları ve riayetinin tabakalarında başka başka nam ve vasıfları ve saltanatının mertebelerinde çeşit çeşit isim ve alametleri vardır. Mesela, adliye dairesinde hâkim-i adil ve mülkiyede sultan ve askeriyede kumandan-ı azam ve ilmiyede halife – daha buna kıyasen sair isim ve unvanlarını bilsen anlarsın ki, bir tek padişah, saltanatının dairelerinde ve taka-i hükümet mertebelerinde ve tabaka-i hükümet mertebelerinde bin isim ve unvana sahip olabilir.
              
   Kâinatın her bir âleminde, her bir taifesinde Esma-i Hüsna’dan bir ismin unvanı tecelli eder. O isim o dairede hâkimdir; başka isimler orada ona tabidirler, belki onun zımnında bulunurlar.”[3]
            
   Kâinat, âlemlerden oluşur. Her âlemde ayrı bir ismin unvanı tecelli eder. Âlemler sayısınca isim bulunur.
            
   “ Madem perdelerin birbirine temaşa eder pencereleri var. Ve isimler birbiri içinde görünüyor. Ve şuunat birbirine bakar. Ve temessülat birbiri içine girer. Ve ünvanlar birbirini ihsas eder. Ve zuhurat birbirine benzer. Ve tasarrufat birbirine yardım edip itmam eder.”[4]
            
   “ i’lem eyyühel-aziz! Cenab-ı Hakkın ef’ali birbirine münasip, asarı birbirine müşabih, esması birbirine ayna ve ma’kes, sıfatı birbirine mütedahil,şuunat-ı memzuc…”[5]
            
   “ İ’lem eyyühel-aziz! Esma-ı Hüsnanın her birisi ötekileri icmalen tazammun eder: ziyanın elvan-ı sebayı tazammun ettiği gibi. Ve keza, her birisi ötekilere delil olduğu gibi, onların her birisine de netice olur. Demek, Esma-ı Hüsna, mirat ve ayna gibi birbirini gösteriyor.”[6]
            
   “ Hayat sıfatı bütün sıfatların esası ve menbaı ve İsm-i Azamın masdarı ve medarı olmuştur.”[7]
            
   Daha evvelde belirtildiği gibi, Allah’ın (c.c.) şuunatı, sıfatları, isimleri birbiri içine geçmiş ve zatında erimiştir. Allah (c.c.) bütün isimleri zatında toplar.
            
   “ Kur’an, İsm-i Azamdan ve her ismin azamlık mertebesinden gelmiş.”[8]
           
  “ …İsm-i Azamın tecellisine ve her isimde bulunan ism-i Azamlık mertebesinin tecellisine mazhar…”[9]
            
   “ …o kelamullah ism-i Azamdan, Arş-ı Azamdan Rububiyetin tecelli-i Azamından nüzul edip …”[10]
            
   “ Çünkü hakikat-ı haşr ve kıyamet ism-i Azamın ve bazı esmanın derece-i azamının mazharıdır.”[11]
           
   “ İsm-i Azamı taşıyan altı isim.”[12] Kuddüs, Adl, Hakem, Ferd, Hayy, Kayyum.
            
   Bediüzzaman (R.aleyh) isimleri mertebeleri yönünden farklı mertebelerde değerlendirir. Allah’ın (c.c.) isimlerinden birinin, İsm-i Azam olduğunu belirtir. Bazı yerlerde İsm-i Azamın kişilere göre değiştiğini belirtir. İsm-i Azamı, sadece Allah ( c.c.) bilir.
            
   Ayrıca her ismin kendi içinde azam mertebesi bulunur. Her ismin azam metresinden en aşağı mertebesine kadar yetmiş bin mertebe bulunur. Barla Lahikasında bir öğrencisinin sorusuna verdiği cevapta konu ile ilgili bir cümleyi aktarıyoruz:” Fakat her isminde azami bir mertebesi var ki, o mertebe ism-i azam yerine geçiyor.” 
            
   “ Onun huzur-u kibriyasına perdesiz girmek istenilse, zülmani ve nurani, yani maddi ve ekvani ve esmai ve fıfati yetmiş binler hicaptan geçmek, her ismin binler husisi ve külli derecat-ı tecellisinden çıkmak, gayet yüksek tabakat-ı sıfatında mürur edip ta ism-i Azamına mazhar olan arş-ı azmına uruç etmek, eğer cezb ve lütuf olmazsa binler sene çalışmak lazım gelir. Mesela, sen ona Halık ismiyle yanaşmak istersen, senin Halikın hususiyetiyle, sonra bütün insanların Halıkı cihetiyle, sonra bütün zihayatların Halıkı ünvanıyla, sonra bütün mevcudatın Halıkı ismiyle münesabattarlık lazım gelir.”[13]
            
   Allah’ın (c.c.) İsim ve sıfatlarının evrendeki tasarrufları sonucu evrendeki varlıkların mertebeleri meydana çıkar.
           
   “ her vakit tecelliyatı tazelenmekte olan şuunat-ı esma-ı ilahiyenin manilerini ifade için…”[14] Şuunat-ı ilahiye, şuunat-ı rububiyyet tabirleri de kullanılmaktadır.
            
   Yukarıdaki paragrafta ve aşağıda gelecek paragraflarda, Allah’ın (c.c.) zatı için bahsedilen şuunatın, isimler içinde kullanıldığını görüyoruz. Her ismin kendine layık şuunatı bulunduğu belirtilmektedir.
            
   “Binbir esmai-i ilahiyenin her birinde pek çok tabakat-ı hüsün ve cemal ve fazl ve kemal bulunduğu gibi, pek çok meratib-i muhabbet ve iftihar ve izzet ve Kibriya vardır.”[15]    
            
   “ Cemil-i Zülcelalin nihayet derecede güzel olan Esma-ı Hüsnasının güzellikleri dahi ayrı ayrı olduğundan mevcudatta bulunan hüsünler ayrı ayrı düşmüş.
            
   Eğer Cemil-i Zülcelalin esmasındaki hüsünlerin mevcudat aynalarında bir cilvesini müşahede etmek istersen, zeminin yüzünü bir küçük bahçe gibi temaşa edecek bir geniş, hayali gözle bak. Ve hem bil ki, rahmaniyet, rahimiyet, hâkimiyet, adiliyet gibi tabirler, Cenab-ı hakkın hem isim, hem fiil, hem sıfat, hem şe’nlerine işret ederler.”[16]
            
   Yukarıdaki bir paragrafta değinildiği gibi, isimler bir başka açıdan zati ve fiili isimler olarak ikiye ayrılır.
            
   “ Cenab-ı Hakkın zati isimleri olduğu gibi fiili isimleri de vardır. Bu fiili isimlerin Gaffar ve Rezzak, Muhyi ve Mümit gibi pek çok nevileri vardır.”[17]
            
   Emirdağ Lahikasında yukarıdaki paragrafın şerhi niteliğinde şu açıklama yapılır:” Biliniz ki, Zat-ı Vacib-ül Vücudun binbir hüsnasından bir kısmına esma-ı Zatiye denilir ki, her cihetle Zat-ı akdesi gösterir. Onun adı ve unvanıdır. Allah, Ahad, Samed,Vacib- ül Vücud gibi çok esma var. Bir kısmına da Esma-ı fiiliye tabir edilir ki, çok nevileri var. Gaffar, Rezzak, Muhyi, Mumit, Muim, Muhsin.”
            
   Aşağıdaki paragraflarda ise İsimlerin varlığa etkileri bahsedilmektedir. İnşallah bu konu ilerde daha ayrıntılı incelenecek.
            
   “ …o masnuatın umumunda görünen muhtelif kemalat ve ayrı ayrı cemaller ve çeşit çeşit güzellikler, Sani-i Zülcelalde olan fiillerin, isimlerin ve sıfatların ve şe’nlerin ve Zatının kendilerine mahsus, münasip ve layık vacibiyetine ve kudsiyetine muvafık olarak hadsiz kemalatlarına ve nihayetsiz cemallerine ve ayrı ayrı ve umum kâinatın fevkinde güzelliklerine gayet sarih şehadet ve gayet kati delalet ederler.”[18]
            
   “ Nasıl ki ceset ruha dayanır, ayakta durur, hayatlanır; ve lafız manaya bakar, ona göre nurlanır; ve suret haikaka istinad eder, ondan kıymet alır. Aynen öyle de, bu maddi ve cismani olan alem-i şehadet dahi bir cesettir, bir lafızdır, bir surettir; alem-i gaybın perdesi arkasındaki esma-ı ilahiyeye dayanır, hayatlanır, istinad eder, canlanır, ona bakar güzelleşir. Bütün maddi güzellikler kendi hakikatlerinin ve manalarının manevi güzelliklerinden ileri geliyor. Ve hakikatleri ise esma-ı ilahiyeden feyz alırlar ve onların bir nevi gölgeleridir.”[19]



[1] Bediüüzaman Said Nursi, Risale-i Nur Külliyatı, İ.İ’caz, Nesil Yay. İst.1966, C II. sf.1160
[2] Bediüüzaman Said Nursi, Risale-i Nur Külliyatı, Sözler, Nesil Yay. İst.1966, C I. sf.71.
[3] Bediüüzaman Said Nursi, Risale-i Nur Külliyatı, Sözler, Nesil Yay. İst.1966, C I. sf.143.
[4] Bediüüzaman Said Nursi, Risale-i Nur Külliyatı, Sözler, Nesil Yay. İst.1966, C I. sf.143.
[5] Bediüüzaman Said Nursi, Risale-i Nur Külliyatı, M. Nuriye, Nesil Yay. İst.1966, C II. sf. 1333
[6] Bediüüzaman Said Nursi, Risale-i Nur Külliyatı, M. Nuriye, Nesil Yay. İst.1966, C II. sf. 1331.
[7] ediüüzaman Said Nursi, Risale-i Nur Külliyatı, Şualar, Nesil Yay. İst.1966, C I. sf.917
[8] Bediüüzaman Said Nursi, Risale-i Nur Külliyatı, Sözler, Nesil Yay. İst.1966, C I. sf.51
[9] Bediüüzaman Said Nursi, Risale-i Nur Külliyatı, Sözler, Nesil Yay. İst.1966, C I. sf.39
[10] Bediüüzaman Said Nursi, Risale-i Nur Külliyatı, Sözler, Nesil Yay. İst.1966, C I. sf.130
[11] Bediüüzaman Said Nursi, Risale-i Nur Külliyatı, Sözler, Nesil Yay. İst.1966, C I. sf.146
[12] Bediüüzaman Said Nursi, Risale-i Nur Külliyatı, Lem’alar, Nesil Yay. İst.1966, C I. sf.797
[13] Bediüüzaman Said Nursi, Risale-i Nur Külliyatı, Sözler, Nesil Yay. İst.1966, C I. sf.75

[14] Bediüüzaman Said Nursi, Risale-i Nur Külliyatı, Sözler, Nesil Yay. İst.1966, C I. sf.249
[15] Bediüüzaman Said Nursi, Risale-i Nur Külliyatı, Sözler, Nesil Yay. İst.1966, C I. sf.285
[16] Bediüüzaman Said Nursi, Risale-i Nur Külliyatı, Şualar, Nesil Yay. İst.1966, C I. sf.881
[17] Bediüüzaman Said Nursi, Risale-i Nur Külliyatı, İ.İ’caz, Nesil Yay. İst.1966, C II. sf.1160
[18] Bediüüzaman Said Nursi, Risale-i Nur Külliyatı, Şualar, Nesil Yay. İst.1966, C I. sf.880
[19] Bediüüzaman Said Nursi, Risale-i Nur Külliyatı, Şualar, Nesil Yay. İst.1966, C I. sf.881