BEDİÜZZAMAN’IN (r.aleyh) ONTOLOJİSİNİN KAVRAMLARI
VÜCUD KAVRAMI
VÜCUD-U İLMİ / VÜCUD-U
HARİCİ
DAİRE-İ İLMİ / DAİRE-İ KUDRET
Vücud-u
ilmi, varlıkların, Allah’ın (c.c.) ilm- i ezelisinde ki varlığıdır. Varlıklar
bu aşamada daire-i ilimde varlık kazanır. Vucud-u harici, varlıkların ilmi
varlık dışında bir varlık kazanmış varlığıdır. Bu aşamada varlıklar daire-i
kudrete geçmiş olur.
Varlıkların
hareket yönü önce daire-i ilimden daire-i kudrete, yani âlem-i kevn-ü fesada,
sonra tekrar daire-i ilme doğrudur. Aşağıdaki paragraflarda bu durum dile
getirilir.
“
Çünkü mümkinatın vücudu, vacibin nurundan bir gölge olduğu cihetle, vehmi bir
mertebededir. Vacibin emriyle vücud-u hariciyeye girer. Sabit ve mustakar
kalır. Demek mümkinatın vücudu bizzat hakiki bir vücud-u harici olmadığı gibi,
vehmi veya zail bir zıllde değildir. Ancak, Vacib ül- Vucudun icadıyla bir
vücuttur ”[1]
“
Evet, âlem-i gaybın bir nevi olan âlem-i ervah, ayn-ı hayat ve madde-i hayat ve
hayatın cevherleri ve zatları olan ervah ile dolu olması, elbette mazi ve
müstakbel denilen âlem-i gaybın bir diğer nevide ve ikinci kısmı dahi, cilve-i
hayata mazhariyeti ister ve istilzam eder. Hem her bir şeyin vücud-u
ilmisindeki intizam-ı ekmeli ve manidar vaziyetleri ve canlı meyveleri,
tavırları, bir nevi hayat-ı maneviyeye mazhariyeti gösterir. Evet, hayat-ı
ebediye güneşinin ziyası olan bu cilve-i hayat, elbette yalnız bu âlem-i
şahadete ve bu zaman-ı hazıra ve bu vücud-u hariciye munhasır olamaz. Belki,
her bir âlem, kabiliyetine göre o ziyanın cilvesine mazhardır.”[2]
“Cenab-ı
Hak öyle bir kadir-i Mutlakdır ki, âdem ve vücut, kudretine ve iradesine
nisbeten iki menzil gibi, gayet kolay bir surette oraya gönderir ve getirir.
İsterse bir günde, isterse bir anda oradan çevirir.
Hem
âdem-i mutlak zaten yoktur. Çünkü bir ilm-i muhit var. Hem daire-i ilm-i
İlahinin harici yok ki, bir şey ona atılsın. Daire-i ilim içinde bulunan âdem
ise, âdem-i haricidir ve vücud-u ilmiye perde olmuş perde olmuş bir ünvandır.
Hatta bu mevcudat-ı ilmiyeye bazı ehl-i tahkik “ ayan-ı sabite” tabir etmişler.
Öyleyse, fenaya gitmek, muvakkaten harici libasını çıkarı, vücud-u maneviye ve
ilmiye girmektir. Yani helik ve fani olanlar, vücud-u hariciyi bırakıp,
mahiyetleri bir vücud-u manevi giyer, daire-i kudretten çıkıp daire-i ilme girer.”[3]
“Elhasıl,
vücut kainatları ve hadsiz adem alemleri birbiriyle çarpışırken…”[4]
“
Aynen öylede, şecere-i kâinatın bütün dal ve budaklarıyla her birinin bir
mazisi ve müstakbeli var; geçmiş ve gelecek tavırlarından ve vaziyetlerinden
müteşekkil bir silsilesi bulunur. Her nevi ve her cüz’ünün ilm-i ilahiyede
muhtelif tavırlarla müteaddit vücutları bir silsile-i vücud-u ilmi teşkil eder.
Ve vücud-u harici gibi, o vücud-u ilm-i dahi, hayat-ı umumiyenin manevi bir
cilvesine mazhardır ki, mukadderitay-ı hayatiye, o manidar ve canlı elvah-ı
kaderiyeden alınır.”[5]
“
Ruh, zihayat, zişuur, nurani vücud-u harici giydirilmiş, cami, hakikattar,
külliyet kesbetmeye müsteid bir kanun-u emridir.”[6]
[1] Bediüüzaman Said Nursi,
Risale-i Nur Külliyatı, M. Nuriye, Nesil Yay. İstanbul 1966, II. C. sf. 1334.
[2] Bediüüzaman Said Nursi,
Risale-i Nur Külliyatı, Lem’alar, Nesil Yay. İstanbul 1966, I. C. sf. 816.
[3] Bediüüzaman Said Nursi,
Risale-i Nur Külliyatı, Mektubat, Nesil Yay. İstanbul 1966, I. C. sf. 373.
[4] Bediüüzaman Said Nursi,
Risale-i Nur Külliyatı, Şualar, Nesil Yay. İstanbul 1966, I. C. sf. 981.
[5] Bediüüzaman Said Nursi,
Risale-i Nur Külliyatı, Lem’alar, Nesil Yay. İstanbul 1966, I. C. sf. 816.
[6] Bediüüzaman Said Nursi,
Risale-i Nur Külliyatı, Sözler, Nesil Yay. İstanbul 1966, I. C. sf. 231.