KUDRETİN EŞYAYA TAALLUKU
ESRAR-I SİTTE
Bediüzzaman, (R.
Aleyh ) Allah- Varlık ilişkisini aşağıdaki alıntıladığımız paragraflarda temellendirir.
Allah’ın ( c.c ) varlığı tümü ile kabza-i kudretinde tutup yönettiğini, tek tek
varlıklarla nasıl ilgilenebildiğini, anbean hareket ettirdiğini altı ilke ve bu
altı ilke ile ilgili altı örnek ile açıklar.
Esrar- Sitte adını
verdiği altı ilkeyi farklı boyutlarda ele alıp incelediği paragrafları peş peşe
alıntıladık.
“ Birincisi:
Şems şeffafiyet sırrına binaen, şişelerin zerrelerinde, arzın denizlerinde,
semanın seyyarelerinde müsavat üzerine tecelli eder.
İkincisi:
Mukabele sırrına binaen, merkezdeki bir lâmbanın daireyi teşkil eden âyinelere
nisbet-i in'ikası birdir.
Üçüncüsü:
Nurdan veya nuranî bir şeyden tenevvür etmek ve ziya almak hususunda, bir ile
bin birdir. Nuranînin iktizası öyledir.
Dördüncüsü:
Müvazene sırrına binaen, hassas bir terazinin iki kefesinde iki ceviz veyahut
iki güneş bulunsa; hangi kefesine bir şey ilâve edilirse, o aşağı iner; ötekisi
havaya kalkar.
Beşincisi:
Büyük bir sefine ile gayet küçük bir sefineyi sevk ve tahrik hususunda fark
yoktur. -Kaptan; ister bir çocuk olsun, ister büyük olsun- çünki intizam
vardır.
Altıncısı:
Hayvan-ı nâtık gibi bir mahiyet-i mücerredenin küçük ve büyük efradına nisbeti,
birdir.
Hülâsa:
Kalil ile kesir, küçük ile büyük arasında bir şey-i vâhide isnadlarında tefavüt
olmadığı, imkân dairesinde olduğu şu misaller ile tavazzuh etti. Binaenaleyh
eşyada bulunan intizam, müvazene, evamir-i tekviniyeye karşı imtisal, itaat,
kudret-i ezeliyenin nuraniyeti, eşyanın içyüzünün şeffafiyeti gibi sırlardan
dolayı; bir sinekle arzın ihyası, bir ağaç ile semavatın icadı, bir zerre ile
güneşin yaratılışı Vâcib-ül Vücud'a nisbetle mütesavidir. Evet müsavat ve
adem-i tefavütü göz ile görünür. Bak! Mahiyeti meçhul, mu'cizatıyla malûm olan
kudret-i ezeliyenin, bilhâssa semerat ve sebzelerdeki nakışları, san'atları,
esbaba havale edilirse, esbab altında ezilecektir.
Mesnevi-i Nuriye ( 94 )
Meselâ: وَ لِلّٰهِ الْمَثَلُ اْلاَعْلَى -temsilde kusur yok- nasılki "nuraniyet" sırrıyla, Güneşin
cilvesi kendi ihtiyarıyla olsa da, bir zerreye sühuletle verdiği cilveyi, aynı
sühuletle hadsiz şeffafata da verir.
Hem
"şeffafiyet" sırrıyla, bir zerre-i şeffafenin küçük göz bebeği
Güneşin aksini almasında, denizin geniş yüzüne müsavidir.
Hem
"intizam" sırrıyla, bir çocuk parmağıyla gemi suretindeki
oyuncağını çevirdiği gibi, kocaman bir diritnotu da çevirir.
Hem
"imtisal" sırrıyla, bir kumandan birtek neferi bir arş emriyle
tahrik ettiği gibi, bir koca orduyu da aynı kelime ile tahrik eder.
Hem
"müvazene" sırrıyla, cevv-i fezada bir terazi ki, öyle hakikî
hassas ve o derece büyük farzedelim ki, iki ceviz terazinin iki gözüne konulsa
hisseder ve iki güneşi de istiab edip tartar. O iki kefesinde bulunaniki cevizi
birini semavata, birini yere indiren aynı kuvvetle, iki şems bulunsa; birini
arşa, diğerini ferşe kaldırır, indirir.
Madem
şu âdi, nâkıs, fâni mümkinatta nuraniyet ve şeffafiyet ve intizam ve imtisal ve
müvazene sırlarıyla, en büyük şey en küçük şeye müsavi olur. Hadsiz hesabsız
şeyler birtek şeye müsavi görünür. Elbette Kadîr-i Mutlak'ın zâtî ve nihayetsiz
ve gayet kemalde olan kudretinin nuranî tecelliyatı ve melekûtiyet-i eşyanın
şeffafiyeti ve hikmet ve kaderin intizamatı ve eşyanın evamir-i tekviniyesine
kemal-i imtisali ve mümkinatın vücud ve ademinin müsavatından ibaret olan
imkânındaki müvazenesi sırrıyla; az çok, büyük küçük ona müsavi olduğu gibi,
bütün insanları birtek insan gibi bir sayha ile haşre getirebilir.” [1]
“ İkinci
Mes'ele ki; kudret, melekûtiyet-i eşyaya taalluk eder. Evet, kâinatın âyine
gibi iki yüzü var. Biri, mülk ciheti ki; âyinenin renkli yüzüne benzer. Diğeri,
melekûtiyet ciheti ki; âyinenin parlak yüzüne benzer. Mülk ciheti ise, zıdların
cevelangâhıdır. Güzel çirkin, hayır şer, küçük büyük ağır kolay gibi emirlerin
mahall-i vürûdudur. İşte şunun içindir ki: Sâni'-i Zülcelal esbab-ı zahiriyeyi,
tasarrufat-ı kudretine perde etmiştir. Tâ dest-i kudret, zahir akla göre hasis
ve nâ-lâyık emirlerle bizzât mübaşereti görünmesin. Çünki azamet ve izzet, öyle
ister. Fakat o vesait ve esbaba hakikî tesir vermemiştir. Çünki vahdet-i
ehadiyet öyle ister. Melekûtiyet ciheti ise, her şeyde parlaktır, temizdir.
Teşahhusatın renkleri, müzahrefatları, ona karışmaz. O cihet, vasıtasız kendi
Hâlıkına müteveccihtir. Onda terettüb-ü esbab, teselsül-ü ilel yoktur. Ona
illiyet, ma'luliyet giremez. Eğribüğrüsü yoktur. Maniler müdahale edemezler.
Zerre, şemse kardeş olur.
Elhasıl:
O kudret hem basittir, hem nâmütenahîdir, hem zâtîdir. Mahall-i taalluk-u
kudret ise, hem vasıtasız, hem lekesiz, hem isyansızdır. Öyle ise, o kudretin
dairesinde büyük küçüğe karşı tekebbürü yok. Cemaat ferde karşı rüchanı olamaz.
Küll cüz'e nisbeten, kudrete karşı fazla nazlanamaz.
Üçüncü
Mes'ele ki; kudretin nisbeti kanunîdir. Yani: Çoğa-aza, büyüğe-küçüğe bir
bakar. Şu mes'ele-i gamızayı birkaç temsil ile zihne takrib edeceğiz.
İşte
kâinatta "şeffafiyet" "mukabele" "müvazene"
"intizam" "tecerrüd" "itaat" birer emirdir ki;
çoğu aza, büyüğü küçüğe müsavi kılar.
Birinci
Temsil: "Şeffafiyet" sırrını gösterir.
Meselâ:
Şemsin feyz-i tecellisi olan timsali ve aksi, denizin yüzünde ve denizin herbir
katresinde aynı hüviyeti gösterir. Eğer küre-i arz, perdesiz güneşe karşı
muhtelif cam parçalarından mürekkeb olsa; şemsin aksi, herbir parçada ve bütün
zemin yüzünde müzahametsiz, tecezzisiz, tenakussuz bir olur. Eğer faraza şems,
fâil-i muhtar olsa idi ve feyz-i ziyasını, timsal-i aksini iradesiyle verse
idi; bütün zemin yüzüne verdiği feyzi, bir zerreye verdiği feyzden daha ağır
olamazdı.
İkinci
Temsil: "Mukabele" sırrıdır. Meselâ: Zîhayat ferdlerden (yani insanlardan)
terekküb eden bir daire-i azîmenin nokta-i merkeziyesindeki ferdin elinde bir
mum ve daire-i muhitteki ferdlerin ellerinde de birer âyine farzedilse; nokta-i
merkeziyenin muhit âyinelerine verdiği feyiz ve cilve-i aks, müzahametsiz,
tecezzisiz, tenakussuz, nisbeti birdir.
Üçüncü
Temsil: "Müvazene" sırrıdır. Meselâ:
Hakikî
ve hassas ve çok büyük bir mizan bulunsa; iki gözünde iki güneş veya iki yıldız
veya iki dağ veya iki yumurta veya iki zerre herhangisi bulunursa bulunsun,
sarf olunacak aynı kuvvet ile o hassas azîm terazinin bir gözü göğe, biri
zemine inebilir.
Dördüncü
Temsil: "İntizam" sırrıdır. Meselâ:
En
azîm bir gemi, en küçük bir oyuncak gibi çevrilebilir.
Beşinci
Temsil: "Tecerrüd" sırrıdır. Meselâ:
Teşahhusattan
mücerred bir mahiyet, bütün cüz'iyatına en küçüğünden en büyüğüne tenakus
etmeden, tecezzi etmeden bir bakar, girer. Teşahhusat-ı zahiriye cihetindeki
hususiyetler, müdahale edip şaşırtmaz. O mahiyet-i mücerredenin nazarını tağyir
etmez. Meselâ: İğne gibi bir balık, balina balığı gibi o mahiyet-i mücerredeye
mâliktir. Bir mikrop, bir gergedan gibi mahiyet-i hayvaniyeyi taşıyor.
Altıncı
Temsil: "İtaat" sırrını gösterir. Meselâ: Bir kumandan,
"Arş" emri ile bir neferi tahrik ettiği gibi, aynı emir ile bir
orduyu tahrik eder.
Şu
temsil-i itaat sırrının hakikatı şudur ki: Kâinatta, bittecrübe herşeyin bir
nokta-i kemali vardır. O şeyin, o noktaya bir meyli vardır. Muzaaf meyil,
ihtiyaç olur. Muzaaf ihtiyaç, iştiyak olur. Muzaaf iştiyak, incizab olur. Ve
incizab, iştiyak, ihtiyaç, meyil; Cenab-ı Hakk'ın evamir-i tekviniyesinin,
mahiyet-i eşya tarafından birer habbe ve nüve-i imtisalidirler. Mümkinat
mahiyetlerinin mutlak kemali, mutlak vücuddur. Hususî kemali, istidadlarını
kuvveden fiile çıkaran ona mahsus bir vücuddur. İşte bütün kâinatın
"Kün" emrine itaatı, birtek nefer hükmünde olan bir zerrenin itaatı
gibidir. İrade-i ezeliyeden gelen "Kün" emr-i ezelîsine mümkinatın
itaatı ve imtisalinde, yine iradenin tecellisi olan meyil ve ihtiyaç ve şevk ve
incizab; birden, beraber mündemiçtir. Latif su, nazik bir meyille incimad
emrini aldığı vakit demiri parçalaması, itaat sırrının kuvvetini gösterir.
Şu altı
temsil; hem nâkıs, hem mütenahî, hem zaîf, hem tesir-i hakikîsi yok olan
mümkinat kuvvetinde ve fiilinde bilmüşahede görünse; elbette hem gayr-ı
mütenahî, hem ezelî, hem ebedî, hem bütün kâinatı adem-i sırftan icad eden ve
bütün ukûlü hayrette bırakan, hem âsâr-ı azametiyle tecelli eden kudret-i
ezeliyeye nisbeten şübhesiz herşey müsavidir. Hiç bir şey ona ağır gelmez
(Gaflet olunmaya). Şu altı sırrın küçük mizanlarıyla o kudret tartılmaz ve
münasebete giremez. Yalnız fehme takrib ve istib'adı izale için zikredilir.”[2]
“Kudret-i
İlahiyeye nisbeten en büyük şey, en küçük şey kadar kolaydır. Bir nev'in umum efradıyla
icadı, bir ferd kadar külfetsiz ve rahattır. Cennet'i halketmek, bir bahar
kadar kolaydır. Bir baharı icad etmek, bir çiçek kadar rahattır. Şu sırrı izah ve isbat
eden haşre dair Onuncu Söz'ün âhirinde, hem melaike ve beka-i ruh ve haşre dair
Yirmidokuzuncu Söz'de haşir mes'elesinde, İkinci Esas'ın beyanında zikredilen
"nuraniyet sırrı",
"şeffafiyet sırrı", "mukabele sırrı",
"müvazene sırrı",
"intizam sırrı",
"itaat sırrı",
altı temsil ile isbat edilerek gösterilmiştir ki: Kudret-i İlahiyeye nisbeten
yıldızlar, zerreler gibi kolaydır; hadsiz efrad bir ferd kadar külfetsiz ve
rahatça icad edilir. Madem o iki Söz'de bu altı sır isbat edilmiş, onlara
havale ederek burada kısa keseriz.”[3]
“Temsil,
tasviri teshil ettiğinden, temsilatla bu gamız noktayı tefhime çalışacağız.
Meselâ:
Şemsin feyz-i tecellisi olan timsali, deniz sathında, denizin katresinde aynı
hüviyeti gösteriyor. Meselâ: Kâinat hailsiz şemse müteveccih olmak şartıyla,
mütefavit cam parçalarından farzedilse, timsal-i şems zerrede, sath-ı arzda,
umumda müzahametsiz, tecezzisiz, tenakussuz bir olur. İşte (şeffafiyet sırrı).
Meselâ:
Noktalardan terekküb eden bir daire-i azîmin nokta-i merkeziyenin elinde bir
(mum) ve muhitteki noktaların ellerinde birer (âyine) farzedilse; nokta-i merkeziyenin
verdiği feyz, müzahametsiz, tecezzisiz, tenakussuz nisbeti birdir. İşte
(mukabele sırrı).
Meselâ:
Hakikî bir mizanın iki gözünde iki şems, iki yıldız, iki dağ, iki yumurta, iki
cevher-i ferd hangisi bulunursa bulunsun, sarfolunacak aynı kuvvetle, hassas
terazinin bir kefesi Süreyya'ya, bir kefesi seraya inebilir. İşte (müvazene
sırrı).
Meselâ:
En azîm bir gemiyi, bir çocuk dahi oyuncağını çevirdiği gibi çevirir. İşte
(intizamın sırrı).
Meselâ:
Bir mahiyet-i mücerrede bütün cüz'iyatına en asgarına, en ekberine yorulmadan,
tenakus etmeden, tecezzisiz bir bakar. Mülk cihetindeki teşahhusat, hususiyat
müdahale edip tağyir edemez. İşte (tecerrüdün sırrı).
Meselâ:
Bir kumandan arş emri ile bir neferi tahrik, bir orduyu tahrik eder. İşte
(itaat sırrı).”[4]
“… kudretin nisbeti kanunidir. Yani, aza- çoğa, büyüğe
– küçüğe bir bakar. Şu mesele-i gamızayı birkaç temsille zihne takrib edeceğiz.
İşte, kâinatta
şeffafiyet, mukabele, muvazene, intizam, tecerrüt, itaat birer emirdir ki, çoğu
aza, büyüğü küçüğe müsavi kılar.
Birinci temsil:
Şeffafiyet sırrını gösterir. Mesela, şemsin feyzi-i tecellisi olan timsali ve
aksi, denizin yüzünde ve denizin her bir katresinde aynı hüviyeti gösterir.
Eğer küre-i arz, perdesiz güneşe karşı muhtelif cam parçalarından mürekkep
olsa, şemsin aksi, her bir parçada ve bütün zemin yüzünde müzahemetsiz,
tecezzisiz, tenakussuz bir bir olur. Eğer faraza güneş fail-i muhtar olsaydı ve
feyz-i ziyasını, timsal-i aksini iradesi ile verseydi, bütün zemin yüzüne
verdiği feyzi, bir zerreye verdiği feyizden daha ağır olmazdı.
İkinci temsil:
Mukabele sırrıdır. Mesela, zihayat fertlerden, yani insanlardan terekküp eden
bir daire-i azimenin nokta-i merkeziyesindeki ferdin elinde bir mum ve daire-i
muhitteki fertlerin ellerinde de birer ayna farz edilse, nokta-i merkeziyenin
muhit aynalarına verdiği feyiz ve cilve-i akis müzahemetsiz, tenakussuz,
nisbeti birdir.
Üçüncü temsil:
Muvazene sırrıdır. Mesela, hakiki ve hassa ve çok büyük bir mizan bulunsa, iki
gözünde iki güneş veya iki yıldız veya iki dağ veya iki yumurta veya iki zerre,
herhangisi bulunursa bulunsun, sarf olunacak aynı kuvvetle o hassas, azim
terazinin bir gözü göğe, biri zemine inebilir.
Dördüncü temsil:
intizam sırrıdır. Mesela, en azim bir gemi, en küçük bir oyuncak gibi
çevrilebilir.
Beşinci temsil:
Tecerrüd sırrıdır. Mesela, teşahhustan mücerred bir mahiyet, bütün cüiyyatına,
en küçüğünden en büyüğüne, tenakus etmeden, tecezzi etmeden bir bakar, girer.
Teşahhusat-u zahiriye cihetindeki hususiyetler mudahele edip şaşırtmaz. O
mahiyet-i mücerredenin nazarını tağyir etmez. Mesela iğne gibi bir balık,
balina balığı gibi o mahiyet-i mücerredeye maliktir. Bir mikrop, bir gergadan
gibi, mahiyet-i hayvaniyeyi taşıyor.
Altıncı temsil:
İtaat sırrını gösterir. Mesala, bir kumandan “ arş” emriyle bir neferi tahrik
ettiği gibi, aynı emirle bir orduyu tahrik eder.
Şu temsil-i itaat
sırrının hakikakati şudur ki: kâinatta, bittecrübe, her şeyin bir nokta-i
kemali vardır. O şeyin, o noktaya bir meyli vardır. Muzaaf meyil, ihtiyaç olur.
Muzaaf ihtiyaç, iştiyak olur. Muzaaf iştiyak, incizap olur. Ve incizap,
iştiyak, ihtiyaç, meyil, Cenab-ı Hakkın evamir-i tekviniyesinin, mahiyet-i eşya
tarafından birer habbe ve nüve-i imtisalidirler. Mümkünat mahiyetlerinin mutlak
kemali, mutlak vücuttur. Hususi kemali, istidatlarını kuvveden fiile çıkaran,
ona mahsus bir vücuttur.
İşte, bütün
kâinatın kün emrine itaatı, birtek nefer hükmünde olan bir zerrenin itaati
gibidir. İrade-i ezeliyeden gelen kün emr-i ezelisine mümkinatın itaati ve
imtisalinde yine iradenin tecellisi olan meyil ve ihtiyaç ve şevk ve incizap,
birden beraber mündemiçtir. Latif su, nazik bir meyille incimad emrini aldığı
vakit demiri parçalaması, itaat sırrının kuvvetini gösterir.
Madem kudret-i
ezeliye gayr-ı mütenahidir. Hem Zat-ı Akdese laz,me-i zaruriyedir. Hem her
şeyin lekesiz, perdesiz melekutiyet ciheti Ona müteveccihtir. Hem ona
mukabildir. Hem, tesavi-i tarafeynden ibaret olan imkân itibariyle
muvazenettedir. Hem, şeriat-i fıtriye-i Kübra olan nizam-ı fıtrata ve kavanin-i
adetullaha mutidir. Hem, manilerden ve ayrı ayrı hususiyetlerden, melekutiyet
ciheti mücerred ve safidir. Elbette, en büyük şey, en en küçük şey gibi, o
kudrete ziyade nazlanmaz, mukavemet etmez. ” [5]
Yukarda ki
paragraf dikkatle incelendiğinde, varlık ile ilgili üç özelliğin Allah- Varlık,
Allah – İnsan ilişkisinde önemli bir yer işgal ettiği görülür. Varlıkta bulunan
mukabele, şeffafiyet, itaat özellikleri ile melekutiyet tarafı, Allah- Varlık,
Allah- İnsan ilişkisinde önemli rol oynar.
“ Elhasıl: Madem
Sani- Hakim her şey için o şeye münasip bir nokta-i kemal ve ona layık bir
mertebe-i feyz-i vücut tayin edip ve o şeye, o nokta-i kemale say edip gitmek
için bir istidat vererek sevk ediyor. Ve bütün nebatat ve hayvanatta dahi
caridir ki, adi toprağa, elmas derecesine ve cevahir-i âliye mertebesine bir
terakkiyet veriyor.”[6]
[1] Bediüzzaman Said Nursi,
Risale-i Nur Külliyatı, M.Nuriye, Nesil Yay. İstanbul 1966, I. C. sf. 1315.
[2] Bediüzzaman Said Nursi,
Risale-i Nur Külliyatı, Sözler, Nesil Yay. İstanbul 1966, I. C. sf. 236.
[3] Bediüzzaman Said Nursi,
Risale-i Nur Külliyatı, Mektubat, Nesil Yay. İstanbul 1966, I. C. sf. 460.
[4] Bediüzzaman Said Nursi,
Risale-i Nur Külliyatı, Sünuhat, Nesil Yay. İstanbul 1966, I. C. sf. 2045.
[5] Bediüüzaman Said Nursi,
Risale-i Nur Külliyatı, Sözler, Nesil Yay. İst.1966, I. C. sf. 237
[6] Bediüüzaman Said Nursi,
Risale-i Nur Külliyatı, Sözler, Nesil Yay. İst.1966, I. C. sf. 251